Ben ne büyükannelerimden, ne annemden, ne halalarımdan böyle bir şey işittim, ne de fısıldaştıklarını fark ettim... Gerçi hepsi de evi ile, ailesiyle, işiyle gücüyle ilgili insanlardı, küçük dünyalarımız vardı, fenalıklardan hemen haberdar olmazdık... Ama böylesini ne işittik, ne de aklımıza gelirdi! İstanbul'da, güzide semtlerimizden Bebek'te, çocukluğumuzdan beri yürümeyi, denizi seyretmeyi çok sevdiğimiz o güzelim sahilde... Korkunç, daha doğrusu iğrenç şeyler yaşanmış.
Mecelle'de 'şuyuu, vukuundan beter' tanımı vardır, yani toplumsal olarak işitilmesi, o suçun işlenmesinden de ağır olan hadiselerdir bunlar. Ama günümüzdeki küresel ve hızlı internet erişimi, her haberi, üstelik herhangi bir filtreye tabi tutmadan önümüze seriyor. Yazıp yazmamakta ben de tereddüt ettim doğrusunu isterseniz, ama okuyucularımın yoğun endişesini, özellikle anne-babaların yaşadığı şoku, maruz kaldıkları güven sarsıntısını, genç kızların ağır endişesini; öğretmenlere, yöneticilere, emniyet güçlerine duyurma ihtiyacı hissettim...
Sosyal medyada bilinçli bir şekilde aleniyet kazandırılan bu müstehcen durum, sineye çekilecek bir hadise değil. Evet hayat pahalılığı var, evet Ukrayna ve Suriye krizleri bizi yakından ilgilendiriyor ve etkiliyor, evet seçimler çok yakın... Ama şehirdeki güvenliğimiz, şehri yaşama konusundaki emniyet hislerimiz, toplumun birbirine saygısı, insan onuru, şerefi, haysiyeti hepsinden çok daha önemli... O kepazelik ulu orta vuku bulduğu sıralarda, çocuğunuzla oradan geçiyor olabilirdiniz, nişanlınızla, yaşlı anne, babanızla yürüyüşe çıkmış olabilirdiniz. Hızla uzaklaşamayabilirdiniz, hızla kaçamayabilirdiniz o iğrenç işin işlendiği yerden... Orası sokak, orası cadde, orası sahil, orası insanların yürüyerek geçtiği, kamuya açık bir alan...
Bu kahpeliğin, bilinçli olarak yaptırıldığını düşünüyorum. Yok akli dengesi bozukmuş, yok temyiz kudreti yokmuş, polis de mi yoktu, aklı başında birkaç kişi de mi yoktu? Bu nasıl bir sessizce seyrediş, bu nasıl bir yok varsayış, bu nasıl bir umursamazlık... Televizyon programlarında bu konuyu tartışanlara bakıyorum. O şerefsizlerin Türk mü, yabancı mı olduğu tartışılıyor, vatandaş mı vatandaş değil mi diye soruluyor, hangi ilin nüfusuna kayıtlı olduğu araştırılıyor. Hayrete düştüm. Çünkü ahlaksız hangi milletten, hangi tabiyetten, hangi ırktan, hangi şehirden olursa olsun ahlaksızdır, pespayedir...
Mahremiyet dediğimiz şey bireysel olduğu kadar toplumsaldır da, yani başkalarıyla asla paylaşamayacağımız durumlarımız olduğu gibi, başkalarının özel durumlarına maruz kalmayı asla istemediğimiz durumlar vardır. Evrenseldir bu kurallar. Niçin çırılçıplak dolaşmayız, çocuğumuzu veya yaşlı anne babamızı çıplak halde niçin dolaştırmayız mesela, niçin ihtiyaç halinde, cadde ortasına değil de, tuvalete gideriz, niçin insanların evleri, odaları, perdeleri, kapılarının kilitleri, zilleri vardır? İnsanın özel alanına saygı gerektiği gibi, insanın kamusal alanına da saygı gerekir. Bu öz saygı insanı hayvaniyyetten ayırt eder, toplum içinde yaşayan birey haline getirir...
Cadde ortasında hayvanlar gibi çiftleşmek veya trafikte çırılçıplak yürümek özgürlük değildir. Tam aksine, bu durum diğer insanların özgürlüğüne saldırıdır. Cinsellik veya erotizm de değildir bu, toplumun seyre zorunlu kılındığı pespaye bir pornografidir. Ayrıca pedagoji karşıtı bir içeriği vardır, çocukları ve çocukluklarını zehirler, zedeler, tahrip eder. Eninde sonunda kadın karşıtlığına evrilir, kadınların istek metası olabileceği gibi korkunç bir saplantıyı, sinsi sinsi besler... (Dün Metro'da kızlara, 'Bebek'e mi gidiyorsunuz' diye laf atmış bazı serseriler mesela) Bir fitnenin yetmiş iki mahalleye zararı dokunur derlerdi eskiler, bu da öyle oldu... Ama sakın bu ahlaksızlığı, pervasızlığı özgürlük diyerek savunmaya kalkmasınlar... Özgürlük zannedilen şeyin, savunmasızların hedef alındığı bir orjiye dönüşebilme tehlikesi asla göz ardı edilmemelidir...
Polisin bu olaydan geç haberdar oluşu veya hiç olmayışı (sosyal medya aracılığıyla ifşa ve afişe oldu ve bilinçli olarak aynı haber kanalından toplumsal yozlaşma adına birilerine hazırlanmış bir ödev olarak empoze edildiğini düşünüyorum), İstanbul gibi bir megapolün emniyeti hakkında çok ciddi sorular yöneltiyor. Nüfusu tam olarak bilinmeyen bu koca şehirde daha çok polise, ihtisas sahibi daha çok emniyet gücüne ihtiyacımız olduğu çok açık. Hırsızlık, kavga, şiddet, uyuşturucu, fuhuş o kadar çok ve pervasız vakalardan ki, şehir sanki sahipsizlik alarmı veriyor...
Bu olaylar sıkı bir şekilde soruşturulmaz, sorumlular deşifre edilip cezalandırılmazsa, özgürlük veya siyasi muhalefet gibi cafcaflı isimler altında bu toplumun başına boca edilmeye devam ederse, ciddi bir kaos çıkar. Polisin, güvenliğin olmadığı yerde, polisliğe, güvenliğe kalkışan insanlar olur, toz dumana karışır, maazallah!
Hangi siyasi görüşten olursak olalım, hangi sosyal kesimden, hangi mahalleden olursak olalım, şehrin birlikte yaşama kültür ve kurallarına, kentliliğe, saygınlığa, şerefe, mahremiyete, kişisel mesafeye özen göstermemiz gerekiyor.