Şimdiye kadar plastiğin sağlığa zararları ile ilgili onlarca yazı okumuşsunuzdur. Ama plastik içeren eşyaların beyin hücrelerimize ne denli zararlı olduğunun üzerinde pek durulmaz. Geçen ay Journal of Neuroscience isimli bilimsel dergide yayımlanan bir çalışma ihmal edilen bu konunun aslında ne kadar önemli olduğunu bizlere anımsattı. Plastiklerin esnekleşmesini artırmak için kullanılan fitalat türü maddeler zararlı etkilere yol açıyor. Piyasada plastiklerin esnekliğini artırmak için kullanılan birçok madde var. Fitalatlar ise en zararlı olanlarından. Günlük alışverişlerde kullanılan poşetler, bebek/çocuk oyuncakları, eldivenler, şampuan, oje, sabun gibi kişisel bakım ve kozmetik ürünleri, deterjanlar, silgi gibi kırtasiye malzemeleri ve hatta biberon ve emziklerin yapımında bile kullanılabiliyorlar.
Illinois Üniversitesi Beyin Araştırmaları Programı’nın yaptığı araştırmada hamile farelere, doğumdan sonraki 10 gün de dahil olmak üzere fitalat içeren kurabiyeler verilmiş. İçerdiği fitalat oranı ise erişkin bir bireyin günlük maruz kalacağı fitalat miktarına göre ayarlanmış. Daha sonra yenidoğan farelere belli testler uygulanmış. Yapılan testlerde dikkat gibi beynin ön bölgesinde yer alan medial prefrontal korteks işlevleri ile ilgili problemler tespit edilmiş. Bu farelere erişkinlik döneminde otopsi yapılmış. İncelenen beyinlerde bahsedilen alanda, beyin hücre kaybı ve bağlantı azalması gözlenmiş. Beynin bu bölgesi karar vermemiz, problem çözmemiz gibi bizim yürütücü işlevler dediğimiz görevlerden sorumlu. Otizmde de bu bölgede hasar olur. Özetle; hamilelerin ve çocukların fitalat içeren plastiklerle teması geri dönüşü olmayan beyin hasarlarına neden olabilir. O nedenle dikkat!
Alzheimer hastalığı genetik mi?
Geçen hafta Dünya Alzheimer Günü’nde moderatörlüğünü üstlendiğim 4. Ulusal Alzheimer Farkındalık ve Hasta Yakınlarına Destek Sempozyumu sonrası en sık gelen sorulardan birisi de buydu. Merak edenler için bu hafta özet geçmek istedim. Alzheimer hastalığının “saf genetik” yani tamamen genetik olan türü yaklaşık yüzde 1-5 arasıdır. Yani düşüktür. Bunu tahmin etmek aile için hiç zor değildir. Çünkü birkaç jenerasyon gerisinden itibaren ailede hep Alzheimer hastası vardır ve her jenerasyon geçişinde daha küçük yaşta ortaya çıkar. Yani genetik geçişli Alzheimer hastalığı erken başlangıçlıdır. 40’larında, 50’lerinde hatta bazen 30’lu yaşlarda hastalar olur. Bu ailelerde anne ya da babada hastalık varsa, Alzheimer hastalığının herhangi bir aile bireyinde görülme olasılığı genellikle yüzde 50’dir. Şimdi gelelim ailede genellikle ileri yaşta görülen 1-2 adet Alzheimer hastası varsa bizlerde risk nedir? Bunu şöyle açıklamak daha doğru; ailede sadece bir kişide Alzheimer hastalığı ortaya çıkmışsa diğer aile bireylerinde hastalık riski ailesinde hasta olmayanlara göre iki kat artmıştır. Bir de bazı taşıdığımız genler Alzheimer hastası olma olasılığımız artırıyor, bazıları ise azaltıyor. Bunlardan olasılık artıranı Apolipoprotein E epsilon4, azaltanı ise Apolipoprotein E epsilon2. Tabi genetik apayrı bir konu ve bazı detayları var. O detaylara girmeden kabaca söylersek eğer epsilon4 genini çift olarak taşıyorsanız Alzheimer hastası olma olasılığınız yaklaşık 15 kat daha fazla. Ama burada merak edenleri uyarmam gereken bir konu var. Biliyorsunuz her iş ticarete dökülmüş durumda. İnsanlara hiçbir şikayeti yokken bellek check-up’ı yapıyoruz diyerek bir sürü test ve kan tetkiki uygulayan hastaneler var. Bu konuyu ayrıca ele alacağım ama bu tetkikler arasında maalesef Apolipoprotein E epsilon4 de var. Ücreti de epey yüksek. Bu geni taşıyor olmanız sadece riskin yüksek olduğunu gösterir, kesin hasta olacağınızı değil. Eğer bir bilimsel çalışmaya katılma amacı güdüyorsanız onayınız ile birlikte elbette bu test yapılabilir ki o zaman ücretsiz olmak zorundadır. Ama sadece bir olasılık belirlemek için yapılması hiç de mantıklı değil. Bu geni taşıyan da taşımayan da koruyucu tedbirleri hayatında uygulamalı. Ailesel Alzheimer hastalığı riski olanlarda ise yapılan başka gen tetkikleri vardır. Bunların uygulanabilmesi için mutlaka bir genetik danışmanlık almalısınız. Genetik danışmanlık bir nöroloğun sizinle durumu konuşması değildir. Bir moleküler biyoloji ve genetik uzmanının aylar süren seanslarla sizlere titizlikle yaptığı uygulamanın adıdır.
HAFTANIN NÖROBİLGİSİ
Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre Dünya üzerinde yaklaşık 322 milyon depresyon hastası var. Depresyon oranının bu kadar artmış olması yaşadığımız çağın getirdiği stres faktörlerine bağlanıyor. Beynimizde stres yönetimi ile ilişkili hipotalamo-pitüiter-adrenal aks dediğimiz bir bölge var. Stresle karşılaştığımızda kortizol adı verilen hormonun salgılanmasıyla vücudumuzu tehlike anına hazır hale getiriyor. Stres ortadan kalkınca da normal halimize dönmemizi sağlıyor. Max Planck Enstitüsü’nde 84 katılımcıyla yapılan bir çalışma bu bölgenin önemli bir parçası olan hipotalamusla ilgili önemli bilgiler veriyor. Bu çalışmada depresyon hastalarında hipotalamusun normal kişilere oranla yüzde 5 daha büyük olduğu ve tedaviyle bu büyüklüğün değişmediği gösterildi. Acta Psychiatrica Scandinavica isimli dergide yayımlanan çalışmanın bu sonucuna göre acaba depresyona girmemizde etrafı suçlamak yersiz mi? Sorun hipotalamusumuzun diğer insanlardan daha büyük olması mı? Tabi başka çalışmalarda yapılması gerekli ama bence bu çalışmanın sonucu da yabana atılacak gibi değil…