PKK'yi nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, PKK'ye ilişkin söyleyeceğimiz her laf, onu tanımlayacak her kavram, mutlak şekilde bir hakikati bir doğruyu işaret edecektir. “PKK terörist bir örgüttür” dediğinizde elbette bir doğruyu dillendirmiş olacaksınız. “PKK şiddeti siyaset haline getiren bir teşkilattır” dediğinizde de aynı şekilde PKK gerçekliğine parmak basmış olacaksınız. “PKK güce tapan bir yapılanmadır” söyleminiz de hakikatler arasında yerini alır. PKK'yi tanımlayan onu kavrayıp niteleyen bir dizi kavramı sıralayarak listeyi uzatabiliriz.
Ama eğer PKK gerçekliğini tarihsel bir momentte irdeleyip buradan dişe dokunur sonuçlar çıkaracaksanız, mutlaka ABD'nin Ortadoğu stratejilerine ve doymak bilmez arzularına bakmalısınız. PKK'nin tarih sahnesinde belirdiği dönemde hangi ihtiyaçların ürünü olarak, hangi taleplerin pratik işlevi olarak siyasette arz-ı endam ettiğini çok iyi bilmelisiniz. Hatırlayın; 1977’de Türkiye'de ne oluyordu? Olan şuydu? Kenan Evren önderliğinde askeri vesayet darbe planları yapıp, siyaseti anarşinin zehiriyle kundaklıyordu.
Türkiye'nin belli başlı bütün büyük illerinde sağ/sol çatışması adı altında başlatılan terör dalgası, halkı tedirgin etmekle kalmıyor adeta "can güvenliğim sağlansın da ben her tür yönetime razıyım" noktasına sürüklüyordu. Batıda bunlar olurken Doğu nispetten sakindi, ta ki PKK sahne alıncaya kadar. Doğu'da sağ ve sol ayırımı yeterince belirgin olmadığı için çatışmanın merkezi sol ile sol arasına kaydırdılar ve burada başrolü PKK'ye verdiler. 11 Eylül gecesine kadar PKK kendisine verilen görevi başarılı bir biçimde yerine getirdi. Artık 12 Eylül darbesi yapılmıştı. PKK'ye ihtiyaç kalmamıştı. PKK de Suriye'nin yolunu çoktan tutmuştu. Nitekim Abdullah Öcalan darbeden aylar önce Suriye'ye kaçmıştı.
Bu darbenin arkasında ABD vardı. Nitekim 12 Eylülden hemen sonra Amerikan başkanı "Bizim çocuklar işi becerdi" demedi mi? O gün de bugün de ABD'nin Ortadoğu'daki ayak izlerine odaklanmadan PKK gerçeği anlaşılamaz. Çünkü PKK her dönemde ABD hedeflerinin bir parçası olarak var oldu.
1970'lerin sonunda Sovyetler Birliği karşıtlığının dorukta olduğu bir dönemde ve Türkiye şiddet sarmalının göbeğinde yer cayır cayır yanarken, ABD, Sovyet yanlısı parti ve örgütlere karşı, onları yok etmek üzere, her türlü yol ve yöntem kullanılarak PKK denilen örgüt yapay olarak üretilmedi mi? PKK hormonlu bir örgüttü ve kurulduğu günden bugüne her zaman birileri adına vekaleten mücadele yürüttü.
Sırtını ABD'nin o günkü politikalarına dayayan PKK, güç ile var olma hedeflenmesinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Aynısını bugün de bölgede en sorgusuz devlet olan İran’a dayanarak hep sürdürüyor.
Karşımızda gücü yanında görünce canavarlaşan, karşısında güç görünce de teslim olan hiçbir ilkesi olmayan, ahlaktan yoksun, vicdani hiç bir duygusu olmamış, sürekli mutantlaşan bir örgüt var.
Evet bütün bu söylediklerimiz doğru. Doğru olmasına doğru da, peki neden bu doğru tespitler sorunun çözümüne yetmiyor? PKK'nin doğru bir şekilde tarif dilmesi, PKK'nın varlığıyla yol açtığı sorunların otomatik çözümü olamıyor? 40 yıllık siyasi pratik göstermiştir ki, doğru tarifler doğru çözümlerin garantisi olamamıştır. Peki o zaman sorun nedir? Neden doğru tanılar doğru çözümlerle buluşamıyor? İşte bu noktada PKK gibi bir sonucu doğuran tarihsel nedenlere çok soğukkanlı biçimde bakmak gerekiyor.
PKK, Kürt sorununun bir sonucudur, nedeni değil. Kürt sorunu doğru bir biçimde çözüm yoluna koyulmadan PKK sorununu çözmek neredeyse imkansızdır. Kürt meselesinin barışçıl, sivil ve demokratik çözümü beraberinde PKK'nin yok oluşunu getirecektir. Bu bir bakıma bataklık-sivrisinek hikayesine benzer. Bataklık kurutulmadan sivrisineklerle baş etmek mümkün değildir.
PKK'ye rağmen Kürt meselesinde yeniden inisiyatif ele geçirilmek isteniyorsa bunun yolu artık daha çok belirgin ve mümkün. 25 Eylül’de Kürdistan Bölgesel Yönetimi bağımsızlık referandumu yapacağını ilan etti ve şimdilerde de yoğun bir çaba ile uluslararası destek arayışında. Bu referanduma karşı olduğunu ilk açıklayan örgüt PKK oldu. PKK'nin bu tavrı, Türkiye'ye altın tepside bir tarihsel fırsat sunuyor. Kürt meselesine yeniden ortak olmak ve PKK'ye karşı bir ahlaki üstünlük sağlamak fırsatı bir adım ötede.
Bu konuda Ankara PKK'ye paralel bir siyaset mi izleyecek, yoksa bütün Kürtlerin takdirini kazanacak yeni bir siyasetin altına imza mı atacak? Global güçlerin bütün ihtişamlarıyla Kürt coğrafyasında müttefik ve ittifak arayışında oldukları biliniyor. Bu eksende de iki güç ortaya çıkıyor.1- Mesut Barzani'nin temsil ettiği geleneksel Kürt güçleri ile 2- PKK'nin temsil ettiği melez ve işbirlikçi güçler. Türkiye hangisini tercih edecek?
Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile birlikte hareket etmek, PKK sorununun çözümü için de devasa imkanlar doğuracaktır. Bunun anlamı bir taşla üç kuş vurmaktır: 1- Bölgesel yönetimi destekleme siyaseti içeride PKK karşıtı Kürtlerin daha çok güçlenmesini sağlayacaktır. 2- Bölgesel yönetimin oluşturduğu meşruiyet zemini, içeride daha kolay çözüm adımlarının atılmasını sağlayacaktır. 3- Bölgesel yönetimin referandum kararını desteklemek, Türkiye'yi ABD ve Rusya gibi yeniden Irak ve Suriye denklemin içine sokacaktır.
Bu siyaset tarzı PKK'nin etkinliğini ciddi biçimde sınırlayacaktır.
Kürt sorununun çözümsüzlüğünden beslenen PKK, bu sorunun çözümüyle bir örgüt olarak ölü siyasi partiler mezarlığındaki yerini alacaktır.