1 Mart Çözüm Sürecinin en önemli tarihlerinden biri oldu. 2013 Nevruzunda Abdullah Öcalan’ın mektubu artık silahların miadının dolduğunu, bundan sonraki mücadelenin demokratik siyaset zemininde verilmesi gerektiğini söylüyordu. Ama bu açık bir silahsızlanma çağrısı olarak okunmadı. Kaldı ki Türkiye dışına çekilme vaadi dahi yerine getirilmedi. Şimdi ise Öcalan PKK’yı silahsızlanma kararı almak üzere kongre yapmaya çağırdı.
1 Mart’ta sembolik anlamı da olan bir ilk yaşandı. En başından beri Çözüm Sürecinin içinde olan ve son hükümette de bizzat işin başına geçen Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan hükümet temsilcisi olarak ilk defa HDP’lilerle birlikte ekran karşısına çıktı ve Öcalan’ın silahsızlanma için PKK’ya yaptığı kongre çağrısı bu şekilde kamuoyu ile paylaşıldı.
Samimiyet sınavı
Aslında 2005’ten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan sıfatıyla Diyarbakır’da yaptığı o tarihi konuşmadan bu yana devam eden bir süreçten söz ediyoruz. AK Parti iddia edildiği gibi Kürt halkının haklarının verilmesi ve PKK terörün sona erdirilmesi konularını konjonktürel bir yaklaşımla ele almıyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi idealinde Kürtlerin demokratik haklarının verilmesinin olmazsa olmaz bir şart olduğunun başından beri farkında. PKK terörü sönümlenmiş gözüküyorken başladı demokratikleşme adımlarına. Bu anlamda AK Parti’nin Kürt sorununa yaklaşımı hem Kürtler hem de Türkiye kamuoyunun kahir ekseriyeti nezdinde samimiyet sorgulamasına tabi tutulmadı.
PKK terörü ile Kürt sorununu birbirinden ayırt ederek ele aldığı, bir kısım sözde liberal-sol aydın taifesinin ısrarla Kürtlerin siyasi-demokratik haklarını PKK ile müzakere etmeden PKK sorununu çözemezsiniz tazyikine rağmen bu hataya düşmediği için Kürtlerin sorunlarını tüm Türkiye’nin tanıması ve anlamasını sağladı. Bu sayede Türkiye’nin doğusu gibi batısı da güneyi gibi kuzeyi de Kürtlerin sorunlarının giderilmesi gerektiğini, Kürt demenin PKK demek olmadığını iyice anladı.
İşte bu sayede Çözüm Süreci, yaşanan onca sabotaja, provokasyona rağmen devam edebildi, Hükümet halka verdiği güvene dayanarak Çözüm Sürecindeki kararlılığından hiç geri adım atmadı.
Sürecin selameti ve nihayeti
Sürecin selametini sağlayan sacayaklarından biri de milli bir proje olmasıydı. Üçüncü ülkelerin garantörlüğünde ya da askerin himayesinde değil doğrudan Milli İstihbarat Teşkilatı ve Kamu Güvenliği Kurumu’nun refakatinde ve siyasetin sorumluğunda yola konuldu. Mümkün olduğunca dış müdahalelere kapalı hale getirmeyi amaçlayan bu karar tabii ki yabancı istihbarat teşkilatlarının PKK üzerinden operasyon çekme iştahlarını daha da kabarttı. Suriye’deki savaş Çözüm Süreci için en büyük handikap oldu fakat buna rağmen yani güneyimizde bir devlet olmamasına ve İran’ın, Suriye politikasından dolayı Türkiye’yi PKK eliyle cezalandırmaya çalışmasına rağmen Türkiye PKK’yı masada tuttu.
Bunu başarabilmesinin sırrı siyasal aklı ve hünerini de aşan bir inançtı bana göre. Çözüm Sürecini başlatan şey, Kürtlerin ve Türklerin bu topraklarda yüzyıllardır tek millet olarak yaşadıkları ve bu coğrafyanın Türklerin ve Kürtlerin kanlarıyla sulanmış olduğu gerçeğidir. Bu maziye gerçekten değer verenlerle bunu hafızalardan silip atmak isteyenlerin meseleye bakışlarının aynı olmasını beklemek imkansız.
Bugün süreç bu noktaya gelebilmişse bence buradaki en büyük amil kardeşlik hukuku ve Müslümanlık harcının sağlamlığı olmuştur.
AK Parti bu zemin üzerine bir söylem kurabildiği için Çözüm Sürecinin arkasında durabilmiş, toplumu Çözüm Sürecine ikna edebilmiştir. Bugüne ise PKK’ya ve HDP’ye rağmen gelinebilmiştir.
Sürecin Öcalan-PKK-KCK-HDP hattı analizi de yarına kalsın...