PKK için insan hayatının hiçbir önemi yok. Çünkü PKK kandan besleniyor. Bakmayın siz “barış” dediklerine, hepsi palavra.
“Barış” olduğunda PKK biter.
Silahların yokluğu PKK’yı bitirir.
Elinde silah olmayan bir PKK’nın yüzüne bile bakmaz o malum güçler.
Bugün PKK o malum güçlerin taşeronu konumunda.
Bu yeni bir şey değil.
Kuruluş yıllarından beri bu böyle...
PKK-MİT ilişkisi
PKK’nın kuruluş sürecinde MİT’in devrede olduğu biliniyor.
PKK-MİT ilişkisini Öcalan’ın kendisi itiraf ediyor.
Öcalan’la yapılan söyleşilerin toplandığı “Erkeği Öldürmek” kitabında Öcalan bir dönem için MİT’e çalıştığını beyan ediyor açık açık.
Karısı Kesire’nin, Kesire’nin babasının ve yakın çevresindeki birçok ismin MİT bağlantılarını bildiğini de itiraf ediyor.
Gerekçesi ise şu: “MİT beni kullanmak istedi, ben de MİT’i kullanmak istedim.”
Kimin kimi nasıl kullandığı ayrı bir yazının konusu...
Ama “Eski Türkiye”nin istihbarat örgütünün Öcalan’la ve PKK ile olan kuruluş sürecindeki ilişkisi anlaşılmadan PKK analizlerinin tümünün ayakları havada kalır.
Öcalan’ın savaş kararı İmralı’dan nasıl çıktı?
Öcalan’ın 2004 yılında avukatlarından biri aracılığıyla İmralı’dan örgütüne nasıl talimat yolladığı da artık sır değil.
Kandil’de o tarihte PKK Başkanlık Konseyi üyesi olan isimlerin adı geçen avukatın Kandil’e kimler marifetiyle nasıl taşındığı iddiaları ise dudakları uçuklatıcı nitelikte.
Kuruluş sürecinde diğer milliyetçi Kürt örgütleri ortadan kaldırmak üzere kullanılan PKK, AK Parti iktidarında da Öcalan’ın talimatıyla AK Parti Hükümetine karşı silahlı bir güç olarak tekrar kullanılmaya başlanmıştır.
Ordu içinde AK Parti Hükümetinin devrilmek istendiği bir dönemde Öcalan’la müzakere halinde olan AK Parti karşıtı malum güçlerin bilgisi ve onayı olmadan “savaş talimatı”nın İmralı’dan çıkıp nasıl Kandil’e ulaştırıldığı önem arz etmektedir elbette.
Bu dönemin kirli ilişkileri elbette gün ışığına çıkartılacak.
PKK’nın efendileri kim?
PKK’nın iç bağlantıları kadar dış bağlantıları da hep kirlidir.
Suriye en başından itibaren PKK’yı Türkiye’ye karşı kullandı.
AK Parti’nin Suriye’nin içişlerine karıştığı için bu hatalı dış politikamızın bize terör ihracı olarak geri döndüğünü söyleyenlere hemen diyeyim.
O vakitlerde (1984) AK Parti yoktu.
O tarihlerde Türkiye Suriye’nin içişlerine filan da karışmıyordu.
Öcalan yakalanıp Türkiye’ye teslim edildiği 1999 tarihinden itibaren önemli itiraflarda bulundu.
O itirafların içinde kendisini ve örgütünü hangi ülkelerin Türkiye’ye karşı kullandığı bilgisi de vardı.
Suriye’den, İran’dan, Yunanistan’dan tutunuz da Rusya’ya, ABD’ye ve AB üyesi kimi ülkelere varıncaya değin bir dizi ülkenin kendilerini nasıl desteklediğini açık açık söyledi.
Anlayacağınız PKK, Türkiye’ye karşı kullanılan bir taşeron örgüt... Ve PKK bunun karşılığında sadece kendisi için bir iktidar alanı istiyor...
O yüzden daha fazla Kürdün ölmesi, PKK’nın efendileri nezdinde daha fazla önemsenmesi için gerekli şart.
PKK da pekâlâ biliyor ki bu yöntemle sonuç alması mümkün değil.
Ama PKK Bunu yapmak zorunda, çünkü efendilerinin kendilerine biçtiği rol bu...
Ya ölüm, ya dağ, ya zindan!
Şimdi geliyorum, PKK’nın tüyler ürperten planına...
PKK’nın telsiz talimatları devletin kulaklarına yansıyor elbet.
Hakkari’de devletin kulaklarına takılan telsiz talimatlarından birinde, kendi siyasetçilerine yönelik olarak “Ölmeden çekilmek yok. Gerekirse siz de öleceksiniz. Henüz Kürtlerden bir milyon insan ölmedi” biçiminde bir üst düzey yöneticinin sözleri var. Bu bilgiyi devletin o ildeki en üst düzey yöneticisinden aldığımda doğrusu hiç şaşırmamıştım.
Üzülmüştüm ama şaşırmamıştım.
Çünkü PKK istiyor ki her bir Kürdün evinden bir ölü çıksın ki o aileler kendilerine bağımlı hale gelsin.
PKK’nın Kürt ailelerine sunduğu seçenek belli: Ya ölüm, ya dağ, ya zindan!
Her halûkarda kan ve gözyaşı...
Şehirlerde başlatılan “devrimci halk savaşı”yla uygulamaya konulmak istenen plan bu işte...
PKK’nın bu kirli ve kanlı yüzü artık görülüyor görülmesine ama gene de her platformda bunu anlatmak bir insani zorunluluk bence.