PKK’nın silahlı unsurlarının sınır dışına çekilmeye başlaması, bazılarımızın kuşkuyla yaklaştıkları “çözüm süreci”nin en önemli aşamasının geçildiğini gösteriyor. Sürecin en bariz başarısı bu.
PKK Türkiye sınırları içinde yürüttüğü silahlı mücadeleyi artık terk etmiş durumda. Öcalan’ın Nevruz günü Diyarbakır Meydanında toplanan kalabalığa okunan mesajında PKK’ya yaptığı çağrı yerine getirilmiş olduğuna göre, o günlerde “örgüt Apo’nun talimatını dinler mi, dinlemez mi” tartışmasıyla başlayan kuşkular büyük ölçüde giderilmiş oluyor ve buna göre devletin “müzakere” için doğru muhatabı seçmiş olduğu da bir kere daha tebarüz ediyor.
Buna karşı şimdi de “ya gidenler geri dönerse” diye ifade edilmeye başlanan yeni bir endişemiz var. Yani, PKK sürecin belirli bir aşamasında fikir değiştirip yeniden silahlı eylemlerine başlarsa endişesi... Buradan yola çıkılarak, “PKK militanları neden silahlarını devlete teslim etmiyorlar da, silahlarıyla beraber sınır dışına çekiliyorlar” eleştirisi yapılıyor. Kimse kusura bakmasın, bu son derece komik bir “eleştiri”örneği. Sürece ilişkin söyleyecek söz bulamayanların eleştirisi.
Öncelikle Kürt sorunu ile terör sorununun birbirinden ayrı değerlendirilemeyecek iki konu olduğunu, ama yine de iki “farklı” konu olduğunu unutmamak gerekiyor. Süreci değerlendirirken endişe duyulması gereken nokta silah bırakan militanların yeniden silahlı eylemlere başlama ihtimalleri değil, bunun Kürt sorununun çözümü yolunda yeterli olup olmayacağı meselesi olmalı. Bunun üzerinde kafa yormalı, çıkış yolu aramalıyız.
Diğer yandan sürecin yalnızca desteklenmesi değil, eleştirel bir gözle değerlendirilip ülke güvenliği ve milli birlik konusunda doğabilecek risklere ilişkin uyarıların da dile getirilmesi gerekir. Böyle bir yaklaşım süreci yürüten kurumlara engel değil, tam aksine destek ve yardım anlamına gelecektir.
Ancak aydınların çok çeşitli sebepler yüzünden sarfınazar ettikleri gözlenen bu görevi maalesef siyasi muhalefet de üstlenmeye niyetli görünmüyor.
Siyasi muhalefet konuyu daha ilk gününden bu yana günlük çekişmeler çerçevesinde ele alma eğiliminde oldu. Bu tavrın ise ne kendilerine ne de ülkeye çok fazla fayda getirmesini düşünmek yanlış olur.
Muhalefet sözcüleri, bırakın Kürt sorunuyla terör sorununu ayrıştırma özenini göstermeyi, sözgelimi Oslo görüşmeleri ile İmralı görüşmelerinin birbirinden ayrı süreçler olduğunun bile farkındaymış gibi görünmüyorlar.
Şunu söylemek durumundayız: Toplumun süreç konusunda endişeli olmaya hakkı var. Ama siyasi muhalefetin endişeli olma hakkı yok.
Çünkü CHP daha 1970’lerde “Yaşasın Halkların Kardeşliği” ve benzeri sloganlarla Kürtçü siyasete göz kırpan ve bu harekete ivme kazandırmakla eleştirilen parti. Neyden endişe edecek CHP, ülkenin bölünmesinden mi?
MHP ise ilk İmralı görüşmelerinin yapıldığı dönemde koalisyon ortağı olan parti. Neyden endişe edecek MHP, Öcalan’ın muhatap alınmasından mı?
Bugünlerde çözüm sürecine yönelik itiraz dalgası içinde en az CHP ve MHP kadar aktif görünen İP ise yakın zaman öncesine kadar lideri Perinçek eliyle Öcalan’a çiçek verirken PKK’nın silahlı mücadelesine destek veren parti.
Demek ki bu partilerin Kürt sorunu veya terör sorunu konusunda ortaya koydukları tavırlar kendi asli politikalarının değil, konjonktürün kendilerini savurduğu yerin ifadesinden başka bir şey değil.
Meseleye bu açıdan baktığınızda siyasi muhalefetin yapıcı eleştiri ve uyarılarıyla çözüm sürecinin doğru işlemesi konusunda olumlu bir katkıda bulunmasını beklemek hayalcilik gibi görünüyor.