1974 yılında kurulan bu örgüt o zamandan beri bölücü terör örgütü olarak algılanır. Bu yazıdaki amacım onun niteliğini ve kapasitesini tartışmaktır. İçinde yaşadığı ülkeden ayrılmak isteyen bir kitle yapısı itibariyle yaşadığı ülkenin ortak değerlerine sahiptir. Eğer PKK adı verilen örgüt ayrılıkçı olsaydı bölgedeki Kürtlerin her türlüsünden üyeleri olurdu. Oysa başlangıçta bu örgüt işçi sınıfını temsil eden ve bölgedeki feodal yapının ve servet sahiplerinin karşısında duran iddialarla ortaya çıktı. Bu örgüt hiçbir şekilde Kürt halkının tamamını temsil etmemektedir. Yüzlerce yılın birlikte yaşamaktan kaynaklanan ortak değerleri nedeni ile bu örgütle halkın hedeflerinin aynı olması beklenemez.
Bu hareketi Türkiye’yi bölmek için onu kullanan dış güçler ele geçirdi. Ancak onlar da iki sınıfı birleştiremediler ve örgüt giderek hiçbir sınıfı temsil etmeyen ve amacının ne olduğu kestirilemeyen bir yapıya dönüştü. Eylemlerinin bir kısmı bölgedeki ağalara karşıydı. Ağalar da bunları etkisiz hale getirmek için bilindiği gibi devletin güçleriyle birlikte oldular. Örgütü tasfiye etmek maksadı ile kurulan koruculuk sistemi içinde yer aldılar ve bu yapı da Kürt’tü ama PKK ile mücadele etti.
***
Bu sorun sadece bizi değil büyük güçlerin de ilgilendiği, hatta destek verdikleri terör olayları olarak karşımıza çıktı. O günlerden beri yazılarımda Türkiye’yi bölmek isteyen, onun bölgesel bir güç olmasını istemeyen bazı Avrupa ülkeleri olduğunu yazdım. Bu güçlerin amaçları sanayileri için hayati bir role sahip petrol üreten ülkeleri kendilerinin yönetmek istemesi idi. Bahsi geçen bu ülkeler aynı zamanda Kürtlerin büyük bir bölümünün içinde yaşadığı Türkiye’nin de küçülmesini ve ancak o zaman AB üyeleri arasına alınmasını istiyorlardı. Özellikle Almanya ve Fransa’nın karşı çıktıkları görülmektedir. Bunun sebebi sosyal yapımızın farklı olması değil, siyasi nedenlerdir. Avrupa’nın projesi bununla da sınırlı değildi. Kürtlerin ayrı bir devlet kurması ve bunun Irak’la birleşmesiydi. Bu durumda bölünmüş bir Türkiye’nin bölgesel önemi azalacak ve kendilerinin yönettiği Irak, bölgede kilit rol oynayacaktı. PKK ile yakınlıkların esas sebebi buydu ve Kürtler içinde etkili olan bu örgütü kendi taraflarına almak istediler. Ancak hedefleri bununla da sınırlı değildi. PKK dışındaki Kürtlerin de ayırımcı olduğunu halkımıza yaymak istediler. Ülkemizdeki siyasi taraftarları da Çözüm Süreci olarak ortaya konulan politikaları nedeni ile Kürtlerle uzlaşma isteyen iktidarı bile bölücülükle suçladılar. Diğer taraftan benim düşünceme göre ABD’nin bu konudaki hedefi bölgenin petrol kaynaklarının ve Avrupa’ya sevk yollarının Avrupa’nın değil, kendisinin ve Rusya’nın kontrolünde olmasıdır. Böylece ABD ve Rusya Avrupa’nın tüm enerji ihtiyacını kontrol edebilecek ve silah kullanılmayan büyük bir mücadele kazanılmış olacaktır.
Türkiye büyük güç olmak isterken karşılaşacağı oyunları normal karşılamalı ve bunların lehine çözülmesini sağlamalıdır. Önemli üstünlüğümüz bölgedeki halkların bizi yakın bulmasıdır. Bu nedenle, biz de dahil tüm bölge halkının onu kontrol etmesini sadece güç kullanmakla etkileyebilmesidir. Bu güce para da dahildir. Bu nedenlerle karşılaştığımız sorunları küçük örgütlerin eylemleri ile sınırlı saymak yanlış olur ve arkalarındaki gücü belirleyip ona karşı politika üretmeliyiz. Bu dönemde Türkiye sorunu barışçı yolla çözmek isterken onu engellemek isteyen dış ve iç güçler tabi ki var olacaktır. Bizler bu değerlendirmeleri yaparken şunu çok iyi bilmek durumundayız. İnsanların hangi soydan geleceğine şüphesiz Yaratan karar verir ve herkes buna uymak zorundadır. Bir kişiyi ırkı nedeniyle üstün, başka birini küçük görmek yanlıştır. Biz sadece bizi küçümseyenleri etkisiz hale getirmeliyiz ve bunun Yaratan’a itaat olduğunu düşünerek ve bizim de diğerleri gibi yaratılırken kim neleri belirliyorsa onun soyumuzu da belirlediğini düşünmeliyiz.