Hani bir Fransız tekerlemesi vardır, “devrim çocuklarını yer”, diye. Bunun Türkçesi’de “su testisi su yolunda kırılır”dır. Terör bir devlete karşı uygulanmışsa, hele de bu devlet Türkiye Cumhuriyeti gibi, saldırgana şefkatle yaklaşmayı da denemişse, artık ortada “taraflar ya da iki taraf” diye bir kavram yoktur; yapmak isteyenle yıkmak isteyen bir avuç çapulcu vardır ve yapmak isteyen, tarihe ancak bir dipnot olarak düşülürken yapmak isteyen baş sayfada yerini alacaktır! Adam komitacıdır milletvekili tahtına dahi çıkmıştır; yok olduğu gün ardından “su testisi su yolunda kırıldı; oh olsun!”diye mırıldanılır; rahmeti, bile esirgeyenler olur!
Osmanlı’nın komitacısı ya da günümüzün teröristi bunu bilirde bilmeze yatar. Yazın sıcağı beyinlerini kavurduğunda ya da kışın soğuğunda tir tir titrediklerinde, uzaktan kumandayla bomba patlatıp onca masum cana kıydıklarında bile beyinlerinin kıvrımlarında “acaba rahat yatağımda ölebilecek miyim?” sorusu dolanır ki, bunun yanıtı asırlardan bu yana hep aynıdır: Asla!
Siyasi tarih bize birşey öğretmiştir: İhtiraslarıyla bir dönemi kasıp kavuranlar, kan ve göz yaşı üzerine söylem ve eylem üretenler tam zamanında tutkularından sıyrılmayı beceremezlerse, kendi yaktıkları ateşte kül olup giderler. Bu tetiği çeken için de çektiren için de böyledir.
Bomba, kurşun, suikast,hükümet darbesiyle komitacı ya da terörist gün gelir en umulmaz debdebelerin doruğunda taht bile kurabilir. Maceranın kısa süreli başarıya ulaşması, onun macera niteliğini ortadan kaldırmaz ve maceraların sonu hep hüsrandır. Komitacı, darbeci ya da terörist öldüğü gün, bir zamanlar ona alkış tutanlar, eylemlerini haklı göstermeye çalışanların arkalarından ilk söylediği söz: “Ciğeri beş para etmezdi!” olmuştur sür-git.
Bu günün darbecisiyle teröristin ağa babaları Balkan komitacılarıdır. Gidin 1889 yılının Bulgaristan’ına, Osmanlı’yı parçalamak, için Rus’un silahını, desteğini, parasını ardına alan Bulgar’ın başbakanı Stanbulof çorbacı, komitacıları salar İstanbul’a suikastler, cinayetler birbirini kovalar; bombalar patlar. Sonra? Gün gelir Stanbulof yerini Rus’un yeni gözdesi Stoilof’a bırakır. Ve 1895’de Osmanlı mülkünde onca cana kıymış Stanbulof, iktidardan düştükten bir yıl sonra, bir suikastçının kurşunuyla yere serilir. Bu Sırbistan’da, Arnavutluk’ta, Yunanistan’da da olmamış mıdır? Bu ülkede de devlete kurşun sıkanlar gece arısı ellerinde tahtab bavulla sıvışır yaban ellerde öldürülür!
Komitacının da, darbecinin de, teröristin de sözüm ona hedefi nedir? Ulusal bağımsızlık. Tabi bunun için saldırılacak düşman da birdir. Geçmişte Osmanlı günümüzde Türkiye Cumhuriyeti. Arkalarında da hep bizim parçalanmamızdan çıkarı olan büyük ya da küçük ama kaltaban mı kaltaban bir devlet ya da devletler vardır. Ve olabildiğince çok kan dökerek hedefe ulaşabileceklerini sanırlar. Kandan dehşete kapılan birileri de çıkar Türkiye Birleşik Cumhuriyetleri falan gibisinden ipe sapa gelmez tasarılar salar ortaya ki şirin görünsün kısa bir süre için kendisi gibi hainlere. Hatta “yahu salıver Güneydoğu’yu bak nasıl mis gibi oluverir Türkiye. Anında kişi başına düşen gelir fırlar elli bin dolara;kavga gürültü biter...” diyen zirzoplara da pek bir sık rastlarız. “İttir et misak-ı milliyi” diyen kafasızlara da denk gelmeniz olasıdır.
Terör bir siyasi vebadır. Kimi milletlerin ya da kavimlerin kanında bir terörist mikrobu da vardır hani. Havayı uygun buldu mu o saat canlanır ve bünyeyi sarmaya koyulur. Yıllar yılı yanlış tedavi uygulamışsan hele, bu mikroptan kurtulmak kolay değildir. Ancak bu mikrobu salan da hastalıktan yakayı kurtaramaz günü gelince. Ve bu silahın geri tepeceği gün ya da günler çok ama çok yakındır tıpkı geçmişte olduğu gibi. Zamanında bu mikrobu bünyemize bulaştıran Rus, İtalyan, Alman, Fransız yakasını Faşizmden, Nazizmden, Komünizmden, düşman işgalinden kurtarabildi mi? Kısacası silahla yaşayan silahla ölür, su testisi de su yolunda kırılır önünde sonunda! Bunu bize tarih defalarca kanıtlamamış mıdır! PKK nam vebanın da ona omuz verenlerin de sonu hem bellidir hem de çok yakındır!