Bugün “İslamcılık” bahsine devam etmek niyetindeydim, ancak daha acil bir mevzu devreye girdi: Şemdinli’de “kurtarılmış bölge” oluşturmaya kalkan PKK.
Evvela, şehit düşen asker ve korucularımıza Allah’tan rahmet, acılı ailelerine sabır diliyorum.
Öte yanda ise, Başbakan’ın verdiği rakama göre yüzden fazla PKK militanı hayatını yitirmiş. O da bir fecaat, o da nice anayı ağlatan bir trajedi. Yazık...
Peki ama PKK niçin klasik karakol saldırılarını aşan böyle bir işe girişti? Şemdinli’ye hakim olmak gibi bir çılgınlığa kalkıştı?
Çeşitli kaynaklar, örgütün amacının “Suriye’deki gibi bayrak çekmek” olduğunu vurguluyor. Yani PKK, kendini Suriye’deki “isyancılar”a benzetmek, onların dünya kamuoyundaki meşruiyetinden yararlanmak istiyor.
“Arap Baharı ne kadar haklı ise, bizim Kürt Baharımız da o kadar haklıdır” demeye getiriyor.
‘Beyaz Türkleri dağdan indirmek’
İşin enteresan yanı, bu argümana hak vermeye teşne bazı “ merkez medya” yorumcularının da bulunması.
Bunlardan biri, “Şemdinli neden Halep olmaz?” başlıklı yazısında, işin sırrını “Batılı güçlerin Türkiye gibi bir müttefikin elini zayıflatmak istemeyişi”nde buluyor.
Yani sanki Türkiye ve Suriye rejimleri aynı kıvamda da, tek fark bizimkinin Batı’ya yakın olması...
Bu, kuşkusuz, haksızlık. Çünkü Türkiye, tüm sorunlarına rağmen, bir demokrasi. İktidar, Muhaberat korkusuna değil, sandığa dayanıyor. Kürtlerin “ statüsü”, tüm eksiklerine rağmen, Suriye’deki durumla kıyas kabul etmez. PKK’nın siyasi kolu, çok partili Türkiye Meclisi’nde. (İyi ki de öyle; o sayede bu dediğimizi diyebiliyoruz.)
Dolayısıyla Türkiye’deki iktidar, Suriye’deki “halkını bombalayan tek parti diktası”na asla benzetilemez. (Eğer o diktaya benzetilebilecek bir Türkiye iktidarı var idiyse, olsa olsa 30’lu yıllardaki “Dersim’i bombalayan tek parti diktası”dır. O dönemi altın çağ ilan edenlerin de “yatacak yeri” yoktur.)
Yine de burada karşımıza çıkan tutum, yani PKK’nın “Kürt Baharı” arayışına sempatiyle bakma tutumu, hükümete alerji besleyen kimi “çağdaş” Türkler arasında revaç buluyor. AK Parti’ye karşı illa bir “silahlı muhalefet” gerekiyor ya; “cunta kalmadı, PKK verelim” gibisinden bir formül işliyor.
Dolayısıyla, PKK şiddetinin bitmesi için, Taraf’tan Yıldıray Oğur’un tabiriyle, “Beyaz Türkleri dağdan indirmek” de gerekiyor. Tartışarak, eleştirerek, elbette...
‘Şahin’likle nereye?
Gelgelelim, hükümet cenahında da sorunlar var.
Bunlardan ilki, PKK’yı mutlaka bir başka gücün (son dönemde Şam, Tahran ve hatta Bağdat’ın) taşeronu olarak görme isteği.
PKK’yı hep “dış mihrakların” türevi sayan bu tutum, 80’lerden beri süregiden bir Türk refleksidir. Psikolojimize iyi gelmekte, çünkü bizi PKK’nın kitlesel realitesiyle yüzleştirmemekte, dahası “devlet dışı aktörler”i önemsemeyen devletçi kültürümüze cuk oturmaktadır.
Oysa bence PKK, hakikaten bulduğu tüm dış desteklere rağmen, sonuçta kendi çıkarları, idealizmi ve fanatizmi ile motive olan, “kendi içinde bir güç”tür. Bunu ıskalarsak, doğru analiz yapamayız.
Hükümet kanadındaki ikinci sorun, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in şahsında cisimleşen (ve artık neredeyse karikatürleşen) “şahin” tutum.
Sayın bakan, bunun son örneğini “Geçimli’de atılan havan mermisiyle, Ankara’da yazılan yazıların bir farkı yoktur’” diyerek vermiş.
Oysa AK Parti hükümetleri değil miydi “düşünce” ve “suç”u ayıran? “Silah” yerine “siyaset”i öneren?
Eğer burdan geri dönülecekse, yani PKK’ya yakın bulunan “fikirler” de suç sayılacaksa, o zaman 90’lar Türkiye’sine dönüş başlar sahiden.
Ve PKK’nın hiç de hak etmediği “Kürt Baharı” payesi, ona altın tepsiyle sunulmuş olur.