Geçen hafta Paris’te üç PKK’lı kadın yöneticinin öldürülmesi olayı “PKK’nın Avrupa kanadı” diye bir realiteyi yeniden hatırlamamıza yol açtı. Avrupa’nın birçok ülkesinde ayrılıkçı ve şiddet yanlısı Kürt gruplarına barınma ve örgütlenme imkânları sağlanıyor öteden beri. En başta Almanya ve Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde PKK’nın resmi veya gayrı-resmi büroları var. Türkiye’nin diplomatik baskıları sonucunda çoğu ülkede PKK’nın terör örgütü olarak tanınması sağlandığından genellikle gayrı-resmi...
Ama gayrı-resmi de olsa buralardaki PKK temsilcileri adeta diplomatik misyon muamelesi görüyorlar. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın “öldürülen üç kadından biri sürekli görüştüğümüz biriydi” açıklaması da bunun ispatı. Koskoca Fransız devletinin üstelik cumuhurbaşkanı düzeyinde muhatap aldığı kişi PKK’nın yan örgütlerinden birinin “Paris temsilcisi”ydi. Fransa’nın başkentinde Kürdistan Enformasyon Merkezi adı altında faaliyet sürdüren -ve 24 saat gözetim altında olduğu söylenen- bir merkezde infaz edilen üç kadından ikincisi ise PKK’nın kurucularından biriydi ve örgütün Avrupa temsilcisi olarak kabul ediliyordu. İddialara göre aynı zamanda Avrupa’dan Kandil’e ulaşan para trafiğinin de yöneticisiydi.
Fransız devletinin en üst seviyede muhatap alıp görüştüğü kişiler bunlar. Ama resmiyette PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyorlar. İşin aslı şu ki hem Fransa hem Almanya başından beri PKK’yı kontrol etmek ve yönlendirmek için çaba gösteriyorlar. Böylesine güçlü bir silahı diğer rakiplerinin kontrolüne terk etmek istemiyorlar. PKK’nın yoğun Kürt nüfusuna sahip Avrupa ülkelerinde örgütlenmek ve buralardaki para ve insan kaynağından yararlanmak zorunda olması Paris’te veya Berlin’de yapılan hesapları kolaylaştırıyor. Unutmayın ki yurtdışındaki Türk diplomatlarını şehit ederek adını duyuran Ermeni terör örgütü ASALA’nın merkezi de Fransa’daydı.
Batı ülkelerinin Türkiye üzerinde, daha doğrusu Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölge üzerinde çıkar hesapları var. O hesaplar doğrultusunda belki aslında Türkiye’nin özgün problemlerinin ürettiği PKK gibi örgütleri kontrol etmeye veya yönlendirmeye çabalıyorlar. Çoğu zaman PKK’yı kullanarak birbirlerinin ayağına basıyorlar.
Örnek verelim: Bundan tam 20 yıl önce birtakım “uluslararası baskılar” sonucunda PKK tek yanlı olarak ateşkes ilan etti. Tıpkı bugünkü gibi iyimser bir hava oluştu kamuoyunda. Ateşkes tek yanlı ilan edilmişti ama Türk hükümeti de süreci destekliyordu. Terörün sona erdirilmesi için bir çözüm ümidi doğmuştu. Ne var ki dağdan inecek örgüt mensuplarına yönelik bir af paketinin bakanlar kurulunda görüşüldüğü saatlerde 33 askerimizin Bingöl’de şehit edildiği haberi geldi ve doğal olarak ateşkes veya çözüm telaffuz edilemez kelimeler haline geliverdi bir anda.
Her ne kadar Öcalan o saldırıyı üstlenmek zorunda kalmışsa da aslında Öcalan’dan habersiz bir eylem gerçekleştirilmişti bazı PKK kadroları tarafından. Çünkü 1977’de Öcalan’ın liderliğinde “üç beş çapulcu” tarafından kurulmuş olan örgüt zaman içinde büyümüş, Avrupa kanadı, İran kanadı, Irak kanadı, Suriye-Lübnan kanadı oluşmuş ve artık Öcalan’ın tek başına kontrol etmesinin zorlaştığı uluslararası bir yapıya dönüşmüş bulunuyordu. Amerikalılar bir yandan, Almanlar bir yandan, İranlılar bir yandan örgüt içinde nüfuz edebildikleri unsurları istedikleri gibi yönlendirme yarışı içindeydiler. Kimin eli kimin cebinde belirsizdi.
Bingöl saldırısının uluslararası hesaplaşmalar içinde bir yeri vardı mesela. Daha doğrusu Öcalan’ın ilan ettiği ve Türk hükümetinin dağdaki militanlara af çıkarma girişimiyle karşılık verdiği ateşkes sürecinin: Sovyetler Birliği’nin dağıldığı konjonktürde gündeme gelen ve ABD’nin stratejik gerekçelerle desteklediği Bakü-Ceyhan petrol boru hattı projesinin önündeki en ciddi engel boru hattı güzergâhının güvenliği meselesiydi. Uluslararası şirketler hat güzergâhının güvenli hale getirilmesini şart koşuyorlardı.
PKK’nın tek yanlı ateşkes ilanı böyle bir zorunluğun sonucuydu. Washington’un ricasını kıracak durumda değildi Öcalan. Ne var ki örgütün içinde Paris’ten veya Berlin’den gelen ricalara daha fazla önem veren gruplar da vardı. Bingöl katliamını da onlara fatura edenler oldu, günahları boyunlarına. Unutmadan söyleyelim, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı projesi daha sonra, Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilip yeniden bir ateşkes sürecinin başladığı 1999 tarihinde gerçekleşme şansı buldu!
Gelelim Paris’teki suikast dolayısıyla gündeme gelen “Avrupa kanadı” konusuna... Öcalan’ın öteden beri PKK’nın Avrupa kanadı üzerindeki etkisinin buradakine göre daha zayıf olduğu söylenirdi. Bugün hapishanedeki Öcalan’ın ise Avrupa kanadı üzerindeki etkisinin iyice azaldığı iddia ediliyor.
Geçtiğimiz yıl sızdırılan bir Stratfor belgesine göre, “PKK, ihtiyacı olduğunda Öcalan’ı kullanıyor. Karizmasından yararlanmak için ona cezaevinde yapılan muameleden ötürü ağıtlar yakıyor ve çağrılarını takip ediyorlar vesaire, ama artık eskisi kadar ondan emir almıyorlar. Bu, özellikle PKK’nın Almanya’daki kolları için geçerli...”
O zaman şu soruların cevaplanması önem kazanıyor:
BİR. Bugünlerde PKK’nın silahsızlandırılması için devletle müzakere masasına oturmuş bulunan Öcalan, örgütün Avrupa kanadına söz geçirebilecek mi?
İKİ. Öcalan çizgisinin Avrupa kanadı üzerinde etkili olmasına izin vermek istemeyecek birileri olup bitenleri seyretmekle yetinecekler mi?