Devletin Abdullah Öcalan’la görüşmesinin ‘iç ve dış yankıları’ gelmeye başladı.
İç yankıların görünür olanı, PKK’nın Kandil ve Avrupa ayağı ile BDP’deki yankıları.
Kandil: Murat Karayılan ve Cemil Bayık’ın ağzından ‘Liderimiz Öcalan’ açıklaması yapıldı. Ancak bu açıklamalar ‘ama’ diye devam ederek, “bölgesel demokratik özerklik, devletin somut adım atması, Öcalan’ın özgürlüğü, Kandil’le doğrudan görüşmesi” şartlarını içeriyor. Karayılan’ın “Bölgede PKK bir aktördür. PKK’yı bir aktör konumundan çıkarmaya dönük bir manevra olabilir” ifadesi, “Tek muhatap, aktör Öcalan değil” mesajı olarak okunuyor.
Ayrıca Örgüt, kendisine yakın haber kanalları üzerinden, “Operasyonlar ve Öcalan’a tecrit sürüyor. Bu tabloda ‘silah bırakın’ çağrısının bir karşılığı yok. Hangi adımın atılacağı, nerede durulacağı, hangi sınırlar içinde kabuller oluşturulacağı karşılıklı müzakerelerle tayin edilir” mesajı veriyor. Bunu da, Öcalan’a yönelik “Sadece talimat vermen yetmez. Tek başına değil, bizimle müzakere ederek karar vermelisin” resti olarak okumak mümkün.
Avrupa: Zübeyir Aydar da aynı şekilde, “Örgütte şu veya bu isimle farklı kanatlar yoktur. Örgüt bir bütündür ve Önderliğinin arkasındadır. Öcalan ile görüşme yerinde ve isabetli bir karardır” dedi, ancak o da “Apo’nun dört duvar arasından çıkarılması” şartını öne sürdü.
BDP: İmralı’ya giden isimler henüz açıklama yapmadan Pervin Buldan, “Öcalan, BDP ile Kürt halkı ve gerillalar muhatap alınmalıdır. Bir tarafı dışında bırakırsanız süreçten olumlu sonuç çıkmaz’’ diyerek Öcalan’a ‘ortaklarını’ hatırlattı.
Görünen o ki, Kandil de, Avrupa da, BDP de ‘beklenti çıtasını yüksekte tutmaya çalışıyor’. Bunun için Öcalan’a rağmen ‘Öcalancılık’ yapılması dahil tüm imkanlar kullanılacak. Gerekirse, bu ‘Öcalancılık’ Öcalan’a da dayatılacak!..
Kandil, bugüne kadar zaman zaman Öcalan’ın yaklaşımlarının aksine uygulamalar yaptıysa da, açıktan Öcalan’a karşı gelmemeye özen gösterdi. Bu kez de Öcalan’a karşı çıkmadan, ancak ona ‘ayar vermeye’ çalışarak süreci yönlendirmek isteyeceği tahmin ediliyor.
Örgütte bölünme endişesi!
PKK, BDP sözcülerinin açıklamaları turnusol kağıdı niteliğinde. İmralı görüşmelerini hep istiyor görünüyorlardı, ancak bugün gelinen noktada, son duruma hazır olmadıkları ortaya çıktı. Ya Öcalan’ın dediğini yapacaklar ya da Öcalan’a açıktan ‘biz de varız’ diyecekler. İkinci tavır örgütü ve yanlılarını ‘bölünme’ ile yüz yüze bırakacaktır. Sadece Avrupa kanadı ve BDP değil, Kandil’in bile en az üçe bölünmesi demek bu.
Bugüne kadar Türkiye’yi bölmekle suçlanan bir örgütün bölünme tartışması ilginç olurdu herhalde; ancak devletin böyle bir hedefi olmadığını söyleyebiliriz. Hükümet, çözümdeki samimiyetini teröre rağmen demokratikleşme ve Kürt açılımını sürdürmekle ortaya koydu. Sürecin geldiği noktada da “herhangi bir tıkanma yaşansa bile demokratikleşme durmayacak; ancak silahlı terörle mücadele de aynı şekilde sürecek” kararlılığı hakim. Çünkü devlet Öcalan’la görüşmeleri ‘Kürt sorununun çözümüne’ yönelik değil ‘terör örgütünün silah bırakmasına’ yönelik yapıyor.
İçeriden ve dışarıdan tehdit
Ancak ilk kez bu kadar açık ve yakın olan çözüm umuduna yönelik ‘açık ve yakın tehlikeler’ var. Sadece ‘PKK koalisyonu’ndaki ‘evet ama yetmez’ciler ve yanlılarının dolaylı rol çalma, ön kesme, görüşme halkasını genişletme, araya yeni talepler sokma gayretlerinden söz etmiyorum. PKK’da da, devlette de -hala- PKK’nın silahlı terörünün devamını varlık nedeni olarak görenler olduğu sır değil. Bunların, kimi terörist unsurlar üzerinden ‘fiili sabotaj’ girişimi artık ‘açık ve yakın’ tehlike olarak görülüyor. Elbette, PKK’nın silahlı varlığını Türkiye’nin geleceğiyle oynama enstrümanı olarak kullanan devletler de ‘olağan şüpheliler’ listesinde... Ve bu şüphelilerin işbirliği yaptığı/yapabileceği ihtimali de tehlikeyi büyütüyor. Uzağa gitmeden Habur’a, Oslo sürecini bitiren Silvan saldırısına bakmak yeterli.
Sürecin aktörlerini zayıflatacak, karar vericiler ve trafiği yürütenlere yönelik ‘itibarsızlaştırma’ eylemi çözüm yoluna döşenen mayın olacak.