Bir sorun ya da durumun çözüm gerektirmesi doğru ve yararlıysa o zaman ‘’çözüm’’ mutlak olarak doğrudur. Durumun tespitini bu sözlerle ifade ettiğimizde, burada dünyayı sarsacak kadar önemli bir şeyden söz etmiş olmuyoruz. Böyle düşündüğümüz için de otoriteryan da olmuyoruz. Basitçe şunu söylemeye çalışıyoruz: Hakikatin mutlak olması, sadece eğer bir şey bir kere doğru olarak saptanmışsa, ona dair iki farklı değerlendirmenin mümkün olmaması anlamına gelir.
Doğru olanın tespit edilmesi zaten yeterince zahmetli ve karmaşık bir iştir ve her zaman için de düzeltilmeye açıktır. Doğru çözümler için yapmaya çalıştığımız doğru durum tespitleri, sadece benim ya da ötekinin fikirlerinden ibaret değildir. Öte yandan her tespit, tabii ki doğru olmayabilir de. Ya da kısmen doğru olabilir; o durumda ise tamamen doğru ya da tamamen yanlış değil, mutlak olarak kısmen doğrudur.
Gelin, hep birlikte; yukarıda düşünsel olarak altını çizdiğimiz hakikatin, somut durumuna, somut, yaşanmış bir tarihsel kronoloji içinde bir kez daha bakalım. Tarih ve gerçekler neyi doğruluyor, neyi yanlışlıyor bir kez daha vicdanlarımızın rehberliğinde bir hak teslimi tespitinde bulunalım. Acaba “Çözüm mözüm yok” diyen Başbakan Binali Yıldırım mı haklı yoksa yeniden açlık grevi yaparak bilindik çözüm sürecinin yolunu zorlayan güçler mi?
Cumhuriyet tarihi boyunca bu sorunun bir çözüme değer olduğunu belirleyen ve ona göre adımlar atan kimdi? Bu sorunun çözümü için siyasi iktidarını riske etmeyi göze alan kimdi?
Cumhuriyet tarihi boyunca AK Parti hükümeti dışında hiçbir hükümet Kürt meselesini siyasi yollarla çözme iradesi göstermedi. Bırakın siyasi çözüm iradesini, Kürt realitesini tanımaya bile yanaşmadı. Asimilasyon ve inkar politikaları AK Parti hükümet oluncaya kadar bütün hızıyla devam etti. Peki ne oldu da PKK bu devasa siyasi adımların önemini kavrayamayıp başka maceralara meyil etti?
Tuhaf ve tuhaf olduğu kadar ironiktir; PKK, katı ve inkarcı cumhuriyet hükümetleri karşısında süt dökmüş kedi gibi her fırsatta tek taraflı “ateşkes” için en küçük bir “gülümsemeye” razıyken, her nedense AK Parti hükümetlerinin, bizzat Başbakanların kefil olduğu çözüm süreçlerine burun kıvırıyordu. Hiç kimse inkar etmeye kalkışmasın; 92 yıllık cumhuriyet tarihi boyunca atılmış en büyük adımdı İmralı Süreci.
Kürt sorununun siyasi yollarla çözümüne bu kadar yaklaşmışken ve bir taraf olarak PKK geçmişten daha ciddi siyasi avantajlar yakalamışken, özellikle 7 Haziran 2015’ten sonra PKK neden çözüm sürecine ihanet edip başka partner ve ittifak arayışına girdi? “Seni başkan yaptırmayacağız” zırvalığını takip eden “devrimci halk savaşı” saçmalığı ve nihayet bir akıl tutulması olan “hendek/barikat” savaşı taktik ve stratejileriyle çözüm sürecine devam etmek mümkün mü? Daha doğru bir deyim ile hepimize, Kürtlere ve Türklere bunca zulmü yapan bir örgütle kim bir daha çözüm mözüm süreci başlatma iradesi gösterebilir ki?
Sorun bu yanıyla geçmişten daha karmaşık hale geldi. PKK, sorunu alıp Rojava sorunuyla birleştirdi. Bu tercihiyle PKK otomatik olarak sorunun çözümünü hem imkansız hale getirdi, hem de bile isteye bir çözüm partneri olmaktan çıktı. Kısaca ve kabaca çözüm süreçlerinin köküne kibrit suyu döken PKK oldu.
PKK ile çözüm mözüm yok. Çünkü PKK çözüm istemiyor, o’nun böyle bir derdi yok. Ama bizim bir çözüm derdimiz var ve bu çözümlerin muhatabı artık PKK değil, bizzat halktır. Kürt halkının gerçek saygın temsilcileridir. Şiddete bir an bile prim vermeyen, her türlü şiddetten uzak duran ve gerçekten barış isteyen bütün halk kesimleridir. Bir çözüm olacak ve masanın diğer tarafında halkın hakiki temsilcileri oturacak.