'Sokaktaki adam’, diye bir laf var.
Ben, sevmem.
Şu yaşıma geldim, hiç ‘sokaktaki adam’ görmedim.
‘Sokaktaki adam’ı ancak ‘hepimiz sokaktaki adamız’ diyebilecek kadar tersine çevirip söylerlerse, anlayabilirim.
Yoksa anlamam.
Ali Uğur’u bu yazıyı okuyanlar içinde tanıyanlar vardır. Siyonizme dair kitaplar yazardı, şairliği de vardı.
Bir gün, İlesam’da, onu tanımayan birkaç siyasetçi, bir siyasi mevzuyu tartışırken, birkaç kez ‘sokaktaki adam’ lafı etmiş.
Ali Abi de, orada, kendi halinde çayını içiyor, sigarasını tüttürüyormuş.
İçlerinden bir tanesi ‘soralım sokaktaki adama, işte sokaktaki adam’ diye Ali Abi’yi göstermiş.
Ali Abi, merhum, ufak tefek bir adamdı. Politikacıların lafına bir öfkelenmiş, bir öfkelenmiş. “Sizsiniz ulan sokaktaki adam” demiş, ardından da ağzına geleni saymış.
Ağzına gelen ne miymiş? Ben söylemeyeyim, tanıyanlar tahmin eder ne olduğunu.
Bir de ‘bölge insanı’ var.
Bir açıdan bakılırsa, hepimiz bir bölgede doğduk, hepimiz iyi kötü bölge insanıyız.
Yani laf doğru, ama murat o değil.
‘Kürtler’ demekten kaçındıkları için bölge insanı diyorlar.
Bana birisi, hangi bölgeyi kastederse etsin, ‘bölge insanı’ ‘bölge insanı’ deyip dursa, herhalde Ali Abi gibi, ‘hadi lan, sensin bölge insanı’ diye çıkışırdım.
Eminim Kürtler de hoşlanmıyordur.
‘Bölge insanı’ lafı, -eğer bir sorundan bahsediyorsak-, ne kastedilen sorunu anlatabilir, ne de kastedilen bölgenin niteliğini.
Sorun, asla, bir ‘bölge insanı’ sorunu
değildir.
Çünkü, ‘bölge’ dedikleri yerden daha fazla Kürt vardır, ‘bölge’nin dışında.
Ve ‘bölge’ dedikleri yerde, Türk, Arap, Süryani, Zaza, gibi değişik unsurlar vardır. Yani ‘bölge’ diye kestirip atamayız.
‘Sorun’u, ‘bölge insanı’ demeden konuşmak, bana göre daha isabetlidir.
Sorunumuz, ‘bölge insanı sorunu’ değil, ‘Kürt sorunu’dur.
Bir de ‘terör sorunu’ vardır.
Birkaç yıl öncesine kadar, ‘Terör sorunu’, ‘Kürt sorunu’nun içinde bir ‘şube’ydi.
Şimdi, terör sorunu, Kürt sorununun içinden çıktı, istiklalini ilan etti.
‘Kürt sorunu’yla ‘terör sorunu’ arasındaki ‘bağıntı’ bitti.
‘Bağlantı bitti’ demedim, ‘ilişki bitti’ de demedim.
‘Bağıntı bitti’ dedim.
Yani, ‘Kürt sorunu çözüldükçe, terör azalır’ diye tanımlanabilecek bir ‘korelasyon’ var idiyse, bu bitti. Maalesef bitti. (Son yılların önemli bir teşhisi bu. Ve oldukça yaygın. Ben icat etmedim, ama doğru buluyor ve tekrar ediyorum.)
Kürt sorunuyla terör sorununu, yan yana yazabiliriz. Alt alta da yazabiliriz. Ama birbirinin içinde mütalaa edemeyiz. O iş bitti.
Şimdi, PKK, bir ‘şirket.’
İş yapıyor.
Mossad’a, Suriye’ye, Çin’e, Asya’da, Amerika’da birtakım güçlere iş yapıyor.
Yerine göre, Ergenekon’u ikame ediyor, kimi zaman Ergenekon’a ‘vekalet’ ediyor.
Bir işadamı gibi, bir şirket gibi, orada burada ‘iş takip ediyor.’
Pazarlama yapıyor. Gidip bir yerden iş alıyor. Alıp yapıyor.
Ne yapıyor? İş yapıyor.
İş ne? Terör.
Antep’te çocuk öldürmek, Şemdinli’de, Beytüşşebap’ta asker öldürmek.
Kürtler’in hakkı, hukuku için değil, kendi varlığını idame için.
Bazen para için. Bazen nüfuz için. Bazen ‘şirket’in bekası için insan öldürmek.
‘Şirket’ veya ‘örgüt’ eskiden, Kürtler’in gördüğü zulümden, Kürtler’e verilmeyen haklardan, Kürtler’in Kürtçe’yi konuşamamasından, Kürtler’in ‘Kürt’üm’ demesinin yasak olmasından ‘bir nevi meşruiyet’ tedarik ediyordu.
Şimdi, o meşruiyet, ortadan kalktı.
Başka bir sıkıntı var.
Şirketin Genel Müdürü ne olacak?
(Şirketin genel müdürü kim? Hala Öcalan mı? Ya değilse?)
Şirketin şube müdürleri ne olacak?
Korucubaşı mı? Muhtar mı? Belediye reisi mi? Yoksa hapse mi girecekler?
Bunlar önemli sorunlar.
Daha önemlisi var.
Müdürler, müdür yardımcıları, distribütörler, belki feragat edebilir sandalyelerinden.
Belki çaresi bulunur, bir noktada uzlaşılır.
Ama iş onlarla bitmiyor.
Bazıları için, bir nevi, “gidemeyenlerin örgütü”dür PKK.
Gidemezsin.
Müşteri bırakmaz.