Barışçıl bir ortam içinde her gün ulus olarak eriyip yok olmaktansa, savaşla ve savaş içinde dirilmeyi kabul eden” PKK, Lice’nin Fis köyünde 35 yıl önce kuruldu.
BDP kuruluş toplantısının gerçekleştiği evi müze haline getirmek istiyor. Öcalan’ın doğduğu köyün toprağı ceplerde taşınarak da Avrupa’ya kadar gidiyor.
Ama PKK’nin tarihi henüz yazılabilmiş değil.
35 yıl önce, 27 Kasım 1978’de Lice’nin Fis köyünde Abdullah Öcalan’ın başkanlığında bir toplantı gerçekleştiren PKK’nin ilk kurucuları ya da lider kadrosu bir manifestoyu görüştü ve bu manifestonun kabulünü karar altına aldı. Bu toplantıda bir araya gelenler PKK (Partiya Karkerên Kurdîstan) adıyla yeni bir parti kuruyor ve “Kürdistan Devriminin Yolu” adlı bir manifestoyu kabul ediyordu:
“Yurtsever Kürdistan halkı! Yüzyıllardır ulus olarak bizi yok etmek isteyen sömürgeciliğe karşı mücadeleyi yükseltme, yüzyıllardır süren, özellikle son dört yıldır en barbar biçimleriyle uygulanan baskı, işkence ve zorbalığın, akıttığımız kanın hesabını sorma zamanı gelmiştir. Bu, onurlu yaşamak isteyen her Kürdistanlı’nın yurtseverlik görevidir.”
PKK’nin 1970’li yılların ortalarında tarih sahnesine çıkması ve 12 Eylül askeri darbesinden dört yıl sonra, PKK adına Eruh ve Şemdinli’de gerçekleşen baskın, geleneği ve mirası bir hayli eski, devlet ve Kürtler arasındaki ilişkilerin yeni bir safhaya girdiğine işaret ediyordu.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı ve temiz kalamayacağı yeni bir safha..
PKK ve devletin arşivlerinde neler olduğunu en azından yakın bir zamanda bilemeyecek olsak da, yine de bu alanda yapılacak ciddi çalışmaları kolaylaştıran, kişisel tanıklıklar, yaşanmışlıklar, bazı olaylar ve başkaca da bir hayli zengin malzeme var artık.
Bu yazıda PKK tarihi bakımından önemli bulduğum bazı dönemleri ve açıklamaları paylaşmak istiyorum.
İmralı’ya getirildiği gün Öcalan’ın sözleri:
‘İlk geldiğimde Genelkurmay başkanının temsilcisi beni karşıladı, sana büyük işler düşüyor dedi. Aflar filan gündeme gelebilir dedi. Sizinkiler ne biçim savaşıyorlar, savaşmayı da bilmiyorlar onları engelle. Ben de bu konuda üstüme düşeni yaparım dedim. Söylemleri mantıklı geliyordu. Benim dışarıdayken yapmayı düşündüklerime denk geliyordu. Genelkurmay temsilcisi başta kardeşlik lafını kullandı. Olumlu buldum. Genelkurmay temsilcisi önemli biriydi. Hatta bana sen bile içerde uzun kalmazsın demişti. Sorumlu devlet bir şeyler düşünüyor dedim. Tamam isyan etmeyelim, kardeşçe çözüm dedim. (27 ağustos 2002 tarihli görüşme.)
Batılıların gözüyle İmralı süreci ve Öcalan:
‘Pek çok tarihsel ve politik farklılıkları unutmamak koşuluyla, Öcalan’ın mahkemedeki durumu, 1936-37 Moskova Mahkemelerine sunulan itirafları çağrıştırmaktadır.. Korkmuş ve açıkça zayıflamış görünüyor. Mahkemedeki sözleri tereddüt ve duraksama dolu, sanki önceden kendisine ezberletilen bir metni okuyormuş gibi. Kendisine eziyet edenler tarafından 100 gündür her şeyden tecrit edilen Öcalan’ın, aynı kişiler tarafından duruşmaya hazırlandığı oldukça muhtemel. Uzmanlar tarafından da belirtildiği gibi tecrit bir kişinin iradesini ve bilincini dramatik bir şekilde etkilemektedir.’
İmralı duruşmaları çok sürmedi. Mahkeme Öcalan’ı çarçabuk yargılayıp onu idama mahkum etti ve böylece yeni bir süreç başladı.
İmralı’daki duruşma ve PKK’nin yeni paradigması, ideolojik kopmalara ve kırılmalara yol açtı.
PKK’nin Lice’nin Fis köyündeki kuruluş toplantısına katılan ilk kadrolardan Hüseyin Topgider, İmralı duruşmalarından sonra yaşadıklarını ve yirmi yıl içinde mücadele ettiği PKK’den kopuş sürecini anlatırken yaşadığı mahkeme şoku nedeniyle sigarasını tersinden yaktığını söylüyor ve şöyle devam ediyordu:
‘Kuşkusuz sloganlar atmasını beklemiyordum. Ama şehit annelerinin önünde boyun eğeceğini de beklemiyordum. Ziya Gökalp ile Mustafa Kemal’i övmesini de beklemiyordum.’ (Kan ve İnanç-Aliza Marcus-İletişim yayınları.)
Topgider’in Marcus’a anlattığı hayal kırıklığı, hayatı, PKK içinde ve mücadeleyle geçen birçok insanın yaşadığı hayal kırıklığını ifade ediyordu ve PKK’ye bir ömür vermiş birçok insanı şaşkına çevirecek kadar büyüktü.
Topgider anlatıyor:
‘Biz bir şey istiyorduk ve düşmanı geri püskürterek ülkemizi geri alabileceğimizi düşünüyorduk. Cesaretimiz vardı, fikirlerimiz vardı, arkamızda milyonlarca insanımız vardı. Yaptıklarımdan dolayı pişman değilim. Tarih insanları belli bir yere getiriyor; olmasaydı ne olurdu ya da neden olmadı diye düşünmenin anlamı yok. Pişman değilim ve 1970’lerde olsaydık aynı şeyi yine yapardım.’
Kürt Ulusal Birliği ve Öcalan:
Öcalan ‘Bir köyde birden çok horoz olursa, köy geç uyanır’ şeklinde ifade edilen Kürt atasözünü hatırlarcasına, Kürt köyünde başka horozların olmasını hiç istemedi:
‘Talabani İngilizlere yalvarıyor. Barzani de bir başkasına yalvarıyor. Bunlar Apo durdukça biz Kürt milliyetçiliğini geliştiremeyiz diyorlar. Kürt hareketini özgürlük ve demokratik çizgiye ancak ben sokabilirim. İngiltere Talabani’yi, ABD Barzani’yi besliyor. 1990’larda ben bunun karşısına çıktım, bunu durdurmaya çalıştım. Milliyetçilik temelinde gelişecek Kuzey Irak oluşumu, Kürtlerin yüzyıllık geleceğini de karartabilir. Olası kukla Kürt devleti, Kürtlerin olası demokrasi ve özgürlük emellerini ezer. Buna karşı bizimkilerin fırtına gibi esmesi lazım. Kürtlerin demokrasi özlemlerini öldürebilirler. Devlet kurmalarına bir şey demiyorum, varsınlar devletlerini kursunlar. Ama biz demokrasi ve sosyalizm mücadelesinden vazgeçmeyiz.
İmralı sonrası, paradigma değişikliği:
‘Yüzyılın savaşları kendi doğasına uygun barışını arıyor. Klasik askeri güce dayalı mutlak zafer arama yolunun artık geçersizliği söz konusudur... PKK açısından artık bir demokratik çözüm tarzı halinde somutlaşan Kürt sorunu ve tüm Türkiye’de demokrasi için artık şiddete ihtiyaç yoktur ve hatta bu çok fazlasıyla yürütülmüştür. PKK mevcut koşullarda şiddet aracıyla daha fazla gelişme sağlanamayacağını, tersine daha da zorlanacağını anlamıştır. Bu noktada çatışma durumunu sürdürmenin ilerletici siyasi bir anlamı olmadığı gibi, bu durum daha çok tıkayıcı, krize ve şovenizme götüren son derece olumsuz yönlere hizmet edecektir. Bu konuda ilk adımın PKK’den gelmesi doğaldır. Devlet, ordunun hükümranlığı gereği, sınırlardaki varlığının meşruiyeti kadar karşısında bir silahlı gücü ya imha edeceği, ya sınırların dışına atacağı açıktır.’
PKK’ye yazılan mektup:
‘Biriken öfkeler ve tepkileri sabırla gidermeyi bilmek durumundayız. Hayali yaklaşmamak, çok acılı bir savaşın ardından barış geliştirmenin kolay olmadığını, büyük ustalık kadar sabır ve olgunluk gerektirdiğini sürekli göz önüne getirmek gerekir. TÜRKİYE SEVR YAKLAŞIMINDAN KORKUYOR.. BU İZLENİMİ TAMAMEN SİLMEK GEREKİR. TÜRKİYE İLE DÜŞMANLAŞMA OYUNLARINA GELİNMEMELİ, BUNA DİKKAT EDİLMELİDİR. Ayrıca basın yayın dili hem derinliğine inandırıcı hem de olgun olmalıdır. Reel sosyalizmden kalma yaklaşımlar, feodal kalıntılar yaşamda ve çalışma tarzında aşılmalıdır.’
Nihayet... ‘Rojava Devrimi’ ve PKK:
‘Rojava devrimi toplumsal ve demokratik siyasi devrim olarak Rus, Çin ve Fransa devrimlerinden daha büyük devrimdir. Sadece coğrafya ve nüfus olarak bunlardan küçüktür. Rojava’da yaşananlar devrim değilse dünyada tek bir devrim yaşanmamıştır.’ (Mustafa Karasu-PKK liderlerinden..)
Ve PKK’nin 35. kuruluş yılı vesilesiyle birkaç söz:
PKK, ütopya ve gerçeğin yan yana yaşatılabildiği bir hareket oldu.
Şimdi tarihi bir yol ayrımında, tarihi bir kavşakta bulunuyor.
Bir zamanlar ‘sömürge Kürdistan’ın PKK eliyle kurtarılması bir ihtimaldi.
Şimdiki tarihsel zemin bu ihtimalin bir hayalden ibaret olduğunu gösteriyor.
PKK’nin bu hayalden uyanması, silahlı mücadeleyi ve silahları tarihe gömmesi gerekir.
Kürt hareketinin merkezinde yer alan PKK’nin hakikatle buluşması ve tarih içindeki yolculuğuna hakikat içinde devam etmesi için başka yol yoktur. (Orhan Miroğlu-Silahları Gömmek. Everest Yayınları-2012)