Dünyanın gecikmeli de olsa ‘terör örgütü’ dediği ama kendini ısrarla ‘parti’ diye tanıtan PKK’nın ana muhalefet partisinden bir milletvekilini kaçırması bir şeylerin miladı olabilecek kadar önemli.
PKK bugüne kadar defalarca asker kaçırdı, memur kaçırdı. Belediye başkanı ve yerel politikacıları da kaçırdı. Ama neredeyse tamamı ‘iktidar partisi’ne mensuptu ve ‘devlet eşittir iktidar’ kolayından bakılınca ‘örgüt mantığı’ içinde bir yeri vardı.
Aynı PKK bugün iktidar partisinden olmayan, üstelik haklarını savunduğunu iddia ettiği Alevi vatandaşların oylarıyla seçilmiş bir milletvekilini dağa kaldırdı.
Oysa PKK, meşruiyet kaynağı olarak ağırlıkla ‘Kürt siyasetçilerin baskılara maruz kaldığını’ söyleyegeldi bugüne kadar. KCK yargılamalarını da bu amaçla kullandı. Ama iki gün önce muhalefet partisinden bir milletvekilini şu sözlerle dağa kaçırdı:“Bize direnme. Partinin kararı. Birkaç gün bizim misafirimiz olacaksın.”
Bir ‘parti’, bir başka partinin milletvekilini silah zoruyla, ‘kafasına sıkmak’la tehdit ederek kaçırdı. Devlete/iktidara karşı halkın özgürlüğünü savunan bir ‘partinin’ -velev ki örgütün- bir iktidar üyesini kaçırmasının ‘kitapta’ yeri var. Ama muhalefet milletvekilini kaçırmanın izahı yok.
Peki PKK, Türkiye’de siyaseti tamamen karşısına almak mı istiyor? BDP’lileri baskı altında tuttuğu iddiaları yalanlanmazken neden CHP’yi de baskı altına alma görüntüsü veriyor? Neden dünya kamuoyunu ikna etmeye çalıştığı ‘bir halkın özgürlük savaşçısı’ imajını baltalıyor? Üstelik CHP, son günlerde Türkiye’deki iktidarı Esad rejimi gibi gösterme çabasına Genel Başkan düzeyinde katkı vermeye başlamışken...
‘Birkaç gün misafirimiz olacaksın’ sözü, kaçırmayla ‘gündem yaratmanın’ hedeflendiğini gösteriyor. PKK, sadece gündem yaratmayı tercih etmişse bu anlaşılır; ancak arkasındakilerin başka hedefleri varsa, kısa süre içinde neler olacağını dikkatle izlemek gerekiyor.
Hüseyin Aygün’ün ‘iki terörist tarafından yolu kesilerek nasıl kaçırıldığı’ da sorgulanıyor. Ancak bunları spekülasyon kutusuna koyarak, Aygün’ün PKK değerlendirmelerine göz atmak aydınlatıcı olacak. Aygün elbette PKK’yı ‘aslında’ anladığını, devletin ve hükümetin yanlışlarını vurguluyor; ancak şunları da açıkça söylüyor:“Örgüt silah bırakmadı ve kan dökmeye devam ediyor. Sol bir hükümet bile olsa, dağlardaki silahlı örgüt mensupları eylem yapmaya devam ederken barış isteğini sürdürmez. Örgütün 3-5 ay silah bırakıp sonra tekrar kullanması, beni bile artık bu meseleyi anlayamaz bir noktaya sürüklüyor. Ben bile bunun artık taktik olduğunu ve samimi bir istek olmadığını düşünüyorum. Bir de örgütün sivillere yönelik yaptığı eylemler var. Bu yaz boyunca Dersim’de beş kişiyi kurşuna dizdi örgüt. Örgütün, o bölgede siyaset yapan bütün figürlere uyguladığı şiddet var. Aydın vicdanı bunları da kınamayı gerektirir. Biz Dersim’de PKK terörü altında bir seçim kampanyası yürüttük, BDP terörü altında. Ama aydınlar bunları gündemine almıyor. PKK’yı da eleştiren bir noktadan bakmalıyız. Türkiye’deki aydınlar uzun süredir, PKK’nın kuyruğuna takılmış durumdalar. Eleştiri yapmıyorlar, sadece devlete, hükümete çağrı yapıyorlar.”
Belki Aygün’ün ‘parti kararı’yla ‘özeleştirisi’ alınacak; akıllı olması öğütlenecek ve muhtemelen bayramdan önce, yani bir iki gün içinde serbest bırakılacak.
Ama hedefi ister gündem belirleme, ister CHP'yi 'terörle mücadelede' şahinleştirme olsun, örgüt bütün 'siyaseti' hedef almnıştır; bu bitişinin de miladı olabilir.