Geçen hafta, Mahmut Övür’ün peş peşe kaleme aldığı “yatta gizli görüşme” yazılarından sonra da dikkat çekmiştim:
Muhalefet partileri (hele muhalefetin “ana”sı ise) “devlet protokolü”ne tabidirler.
Bu ne demek?
Şu demek:
Kemal Kılıçdaroğlu da “devlet protokolüne tabi” bir siyasetçidir.
Dolayısıyla, gittiği yerler, “eğleştiği” mekânlar, yaptığı görüşmeler “güvenlik” gerekçesiyle “devlet”in bilgisi dâhilinde olmalıdır.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu, bir “program” dâhilinde yaşar/böyle olmak zorundadır. Seyahatlerini program dâhilinde gerçekleştirir, görüşmelerini program dâhilinde yapar.
Hem güvenlik gerekçesiyle, hem de siyaseten “şeffaflık” bunu gerektirdiği için...
Kemal Bey öyle mi yapıyor?
Hayır...
Birden ortadan kayboluyor... Ne güvenlik birimlerini, ne de partili yetkilileri haberdar ediyor. Birden “sır” olup uçuyor. Nereye gittiği sorulduğunda ya cevap vermiyor, ya da yalan beyanda bulunuyor.
Mesela, İstanbul’da gizli yat görüşmesine gittiği günün sabahında, gizlice, İsrail Maslahatgüzarı’yla görüşmüş... (İlginçtir, böyle bir görüşme yaptığı “faş” edildiğinde “suskunluğunu” korudu. Konuşma gereği duysaydı, mutlaka yalan söyleyecekti. Yalan söylemesini İsrail Büyükelçiliği engelledi. Hilal Kaplan’ın yazdığına göre, Büyükelçilik sayfasından, fotoğraflarıyla bu görüşmeyi paylaştı, Kemal Bey’i yalan söyleme zahmetinden kurtardı.)
Kemal Bey, “programsız” görüşme yapmayı seviyor.
Dönemin ABD Büyükelçisi’yle “programsız” görüşmüştü.
Maskeli FETÖ’cüleri, CHP genel merkezine “programsız” kabul etmişti. Muhtemelen onlardan görüntü ve tape desteği almıştı.
15 Temmuz akşamı, Ankara’dan İstanbul’a programsız uçmuş, darbe erkene alındığı için “programsız” görüşmesini gerçekleştirememişti.
Programsız seyahatlerinden birini de Artvin’e gerçekleştirmişti.
Hani, suikasta (!) uğradığı seyahat... PKK’lı teröristler eskortuna silahlı saldırıda bulunmuş, bir polisi şehit etmişlerdi. O seyahatten söz ediyorum...
Neden Artvin’e gittiği “sır” olarak kaldı...
Çünkü Kemal Bey programsız ziyaretinden kimseleri haberdar etmemişti.
O günlerde, başkalarının da Artvin’e yolu düşmüştü. Biri, dönemin ABD Büyükelçisi John Bass’ti, diğeri de AK Parti’den Başbakan yapılmış eski bir akademisyendi.
Kalamış Marina ziyaretine dönecek olursak...
Bu konudaki tüm detayı Mahmut Övür’ün yazılarından alıyoruz.
Kemal Bey, meğer, “taziye ziyaretine” gitmiş. Geçen yıl vefat eden ünlü işadamının taziyesine... Açıklamayı, vefat eden ünlü işadamının oğlu yapıyor: “Kemal Kılıçdaroğlu taziye ziyaretine geldi” diyor. (“Kılıçdaroğlu aklayıcılığına” soyunuyor...)
Neredeyse 7 ay sonra gerçekleştirilen taziye ziyareti...
İlginç...
İlginç ama şu sorular da cevap bekliyor:
Taziye ziyareti gibi masum ve doğal bir eylem neden kamuoyundan gizlenir, mekân olarak neden “yat” seçilir, taziye görüşmesine neden “korumalar” eşlik etmez (nereye gidildiği özellikle korumalara bildirilmemiş), ziyaret esnasında neden telefonlar “dışarıda” tutulur?
Nereden bakarsanız bakın, ilginç bir taziye ziyareti.
Üstelik bu ziyarete, bazı “pis politik kokular” eşlik ediyor.
Mahmut Övür, taziye ziyaretinde hazır bulunan bazı isimlerden söz ediyor.
Bunlar doğruysa, Altınoluk dergisindeki görevine son verilen Ahmet Taşgetiren’e haksızlık yapılmış.
Detaya girmiyorum.
Mesajı alması gerekenler, almışlardır!