Luigi Pirandello’nun ölüm yıldönümü 10 Aralık’taydı. Yakın tarihin en önemli dönüm noktalarından birinde 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başında yaşamış bir yazar Pirandello. Bir dünyanın yerini bir başkası alırken düşünüp üretti. Değişimlere tanıklık etti, büyük hatalara düştü, el üstünde tutuldu en yüksek rütbelere değer görüldü ve kendini kahrettiği pişmanlıklar tattı.
İtalyan birliğinin kurulmasını ve demokrasiyi destekleyen Sicilyalı soylu bir aileden gelir Pirandello. Ama şiirle başlayan yazma sevdası onu ülkesinin ve dünyanın yenilikçi edebiyatçıların biri olmaya kadar götürür. Bu süreçte bütün servetini yatırdığı ailesinin kükürt madenlerinin bir yangınla yok olur, eşi bu yüzden felç geçirir kendi de intiharın eşiğine gelir... Kendini toplayıp yazmaya devam eder. Ama eşi git gide şiddete başvuran bir akıl hastalığından mustariptir artık... Bugün İtalyan edebiyatının klasikleri arasında yer alan eserlerini verir. 1. Dünya Savaşı’nda oğlu Avusturya’da esir düşer, ama sağ olarak döner. En çok tanınan eseri “Altı Kişi Yazarını Arıyor” sahneye konur. Ruhsal çözümlemeleriyle hayranlık uyandıran bir dramatist olarak anılmaya başlar.
İtalya’da faşistler iktidara gelince milliyetçi bir yaklaşımla onların görüşlerini benimser. Mussolini onu Roma Sanat Tiyatrosu’nun başına geçirir. Fakat zamanla faşistlerin içyüzünü görünce partiden istifa eder. Bu yüzden ömrünün sonuna dek sakıncalı bir yazar olarak gizli polis gözetiminde yaşar. 1934’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülür. 1936’da vefat eder.
***
Pirandello’nun biyografisini yeniden gözden geçirirken aklıma kaçınılmaz olarak Taviani Biraderler’in onun kısa öykülerinden uyarladığı “Kaos” adlı film geldi. Üç saate dört öykü ve Pirandello’ya selam gönderen bir açılış sekansı sığdıran muhteşem bir filmdir. Başka uyarlamaların değil “Kaos”un gelmesi tam da tahmin ettiğiniz gibi adından dolayı. Bu kaotik hayatı yaşayan Pirandello’nun doğduğu köyün ve oradaki ormanın adı Cavusu’dur... Yunanca kaos kelimesinden devşirilmiş bir ad bu!
Filmin başında dört öyküyü birbirine bağlayacak olan, Cavusu’da çekilmiş olan sekansın ardından perdede Pirandello’nun “Ben kaosta doğdum” diye başlayan sözleri belirir. Taviani Biraderler’in sinemasının bütün görkemini taşır “Kaos”. Birçok sinema tarihçisi tarafından Tavianilerin en iyi filmi olarak da gösterilir. Pirandello’nun hayatının, memleketi Sicilya’dan aktardığı öykülerin ayrıntılarını düşününce Tavianilerin bu filme “Kaos” adını vermelerindeki erdem anlaşılır.
Janet Maslin New York Times’da şöyle yazmıştı: “Küp daha zengin, daha alegorik ve daha hülyalı. Zengin toprak sahibi Don Lollo (Ciccio Ingrassia), öyle muazzam bir zeytin hasadı yapmıştır ki zeytinyağını koymak için devasa bir küp ısmarlar. Terra cotta’dan yapılmış ve insan boyundaki küp Don Lollo’nun en çok gurur duyduğu varlık haline gelir. Bir gece dolunayın önünden bir gölge geçinceye kadar avlunun ortasında durur. Gölge gittiğinde küpün ikiye ayrıldığını görürüz.”
“Öykü, Don Lollo’nun küçük çocukları Şeytan’ın oğlu olduğunu söyleyerek korkutan meczup amcası küpü tamir etmek için gelip kendini içeri hapsedince olanları anlatır. Küp Don Lollo’nun köylüler üzerindeki iktidarını temsil etmektedir... Don Lollo, Dima’yı kurtarmakla iktidarını korumak arasında tercih yapmalıdır. Filmdeki diğer öyküler gibi Küp de ayın etkisi, Sicilya’nın sağlam, büyüleyici mimarisi ve çok iyi seçilmiş oyuncuların unutulmaz yüzleri gibi etkiyi arttırıcı elemanları kullanır.”
Nedense “Küp” bana Pirandello’nun faşizm alegorisiymiş gibi geliyor. Bu öykünün sonuna yine dolunayda Zima’nın etrafında toplanıp içen, şarkı söyleyen, dans eden köylüler Don Lollo’ya isyan ediyor İtalyan halkı misali. Küpü sağlamca yapıştıracak formülü gizli tutkala sahip Zima, küple birlikte yuvarlanıp kırılan parçaları içinden sersemlemiş halde kalkarken Pirandello’nun karikatürünü görmüş gibi oluyorum...