Oscar ödüllerinde En İyi Film olmasa da En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü ve En İyi Görsel Efekt ödüllerini kazanan ve üç boyutlu olarak çekilen Pi’nin Yaşamı, bir yeryüzü yaşam kanvası ve çok-kültürlülüğün inançlar manzumesinin bir uzantısı olarak sergilenmesi anlamında bütün bir insanlığı kuşatıyor görüntüsü veriyor. Oscar ödüllerinin, bu yıl en iyi film ödülünü kazanan çalışmanın mahiyetiyle alakalı olarak tartışmaya açılması yeni bir gündem yarattı. Amerikan sinema sanayinin bir iç ödüllendirme platformu olan Oscar’ın, Amerikan yaşama kültürünü ve ideallerini daha fazla öne çıkaran filmleri ödüllendirmesi aslında bir vakıa. Birkaç yıl önce Kathryn Bigelow’un filmiyle, daha öncesinde İnce Kırmızı Hat dururken Er Ryan’ı Kurtarmak’ı ödüllendiren, öncesinde de ödülleri reddetmeye dek varacak tavırlarla karşılaşan bir ödüllendirme zihniyetini herhalde çok fazla önemsememek gerekiyor. Türkiye’deki eleştirmen çevrelerinin otuz yıl önce hemen hiç değer atfetmedikleri ya da eleştirel yaklaştıkları Oscar ödülleri, daha sonra neredeyse sinema gündeminin ortasına oturuverdi. Oscar’ı öncelikle Hollywood’un kendi kendini ödüllendirme zemini olarak alırsak, belki de bizi veya dünya sinemasını asıl ilgilendirmesi gereken bölümü, En İyi Yabancı Film Oscar’ı.
***
Üç boyutlu sinemanın bir imkan olarak sinemada daha fazla yer alıyor olması, sinemanın arz küresi gerçekliğini daha fazla yakalaması ve bilgisayar destekli animasyonlarla ortaya konan görsel efektlerin metafizik olanı görünür gerçeklikle harmanlaması yedinci sanat adına bir kazanım olarak görünüyor. Daha sonra filmin nasıl bir gelişim göstereceğinin ipuçlarını veren fantastik bir imgelemeyle açılan Pi’nin Yaşamı, Hindistan’ın Fransız kolonisi olan güneydoğu kıyılarında yetişen bir çocuğun başından geçen olağanüstü bir gelişim çizgisini anlatıyor. Fantazmayla gerçekliği karıştıran bir görsellikle sunulan film, Hindistan’ın karma dini karakterinin bir yansıması olarak, Hindu inancıyla yetişen bir çocuğun Hıristiyanlık ve İslam’la olan tanışıklığından sonra, Hıristiyanlığın tek tanrı inancıyla, çok tanrılı Hindu inancı arasında bir yerde durmaya karar vermesiyle belki de konjonktürel bir tavır alır. Çinli bir yönetmen olan ve filmografisi inişli çıkışlı bir performans sergileyen Ang Lee’nin, artık Amerikan sineması içinde yer almasıyla (ki, Amerikan sinemasının sadece Avrupa değil, Uzakdoğu’dan da yaptığı yönetmen ithallerine bir örnek), Batı kültürünün genel bir tavrı olan, İslam’ı atlayıp Hindu ve Budizm gibi inançlarla yakınlığını Pi’nin Yaşamı’nda gerçekleştirdiğini görüyoruz. Ancak inançlarda ortak bir tema olan, çile çekerek olgunlaşma (bir tür seyr-i süluk) bu filmde de kendini gösterir; ayrıca tek tanrı inancının filmde vurgulanması, tanrıyı bulma ve kavuşma temasının işlenmesi, büyük bir kader örgüsünün bizlerin hayatını alıp götürdüğünün belirtilmesi filmin artıları olarak görülebilir.
Üç boyutlu görüntülemenin görsel efektlerle ortaya koyduğu imgesel düzlem, filmde, İvan’ın Çocukluğu’ndaki kuyu sahnesindeki suda yansılayan görüntünün anlam dünyasıyla akrabalık kurar. Deniz kazasından sonra film boyunca çarpıcı okyanus ve sualtı görüntülerine tanık oluruz; varlığımız adeta suda bir katredir ve insanın daha az yaşam birimiyle üstelik hayatta kalma güdüsüyle başbaşa kalması, onun yaratılışının ana sebebi olan ilahi varlıkla irtibatını daha bir varoluş dairesinin içine sokar. Böylece sanatın ana işlevlerinden biri olan, manevi olanla, aşkın olanla kurulan bağın sanatın estetik diliyle insanlara aktarılması bu filmde tezahür eder ve gönül ister ki, bunu sanatında ortaya koyan sanatkarın da ortaya koyduğu işten feyz alması ve kendi hayatında ve sonraki çalışmalarında bunu sergilemesi sözkonusu olsun.