Herhalde bazıları şaka yaptığımı düşünüyordur; fakat 1 Nisan’a da daha uzun zaman var. Tarih, benim ciddî olduğumu kanıtlar sanırım!
Seçim de geldi çattı; partilerin aday adaylığından adaylığa yükselenlerin memnuniyetini anlamamak olmaz. Partilerin zaman zaman sürpriz olarak nitelenen isimleri aday göstermelerine de hazırlıklı olmak gerekir. Hatta böyle sürprizlerin sadece günümüze özgü olduğu bile sanılabilir. Ama hayır; öyle değil. Her seçimde partiler kendileriyle ideolojik ve politik olarak ne ölçüde uyum gösterebileceği tartışılabilecek adayları da listelerine alabilirler. Almışlardır da. Almaktadırlar da. Bazen hiç umulmayan isimler, hiç ummadığınız partilerden aday olabilir. Bunu sakın zamanın bir özelliği olarak görmeyiniz; aksine, politikanın hususîyeti her devirde kendisini gösterir.
CHP’den aday
Türkiye’de muhafazakâr düşüncenin ana kaynaklarından birini oluşturduğu düşünülen Peyami Safa’nın 1950 gibi önemli bir kırılma ve dönüm noktasında, siyasal tercihini CHP’den yana kullanmış olmasını, herhalde bugün muhafazakâr kitleler içinde garip ve anlaşılmaz bulanlar olacaktır. Nasıl böyle olabilir diyenler olacaktır. Yakın zamanda televizyonda dizi filmi de çekilen meşhur “Fatih-Harbiye” romanının yazarı olan Safa’nın CHP gömleğini giymiş olmasına şaşıranlar olacaktır. Filmin sonunu hemen yazayım: CHP’nin Bursa listesinden aday olmuştu ama, seçimi kazanamadı. CHP gibi o da kaybetti. Ama Safa’nın CHP’liliği yalnızca bu seçimle sınırlı değildi; seçimden sonra CHP’nin muhalefete düştüğü devirde, Safa CHP’nin resmî yayın organı olan Ulus gazetesinde birinci sayfada yazar olmuştu bile! Bu dönem 1952 yılına kadar sürecektir.
Safa’nın Türkçülüğü
Fakat acele etmeyin; bu tercihin altında yatan nedenlere de bir göz atmalıyız. Daha yakın bir tarihten başlayalım isterseniz; Peyami Safa, İkinci Dünya Savaşı yıllarında güçlenen Türkçü akımın daha sonra Irkçı-Turancı olarak tanımlanan kısmında yer almış görünüyordu. Reha Oğuz Türkkan’ın da yer aldığı Bozkurt dergisinde 1942 yılında yazıları yayınlanmıştı. Aynı yıl yayın hayatına atılan Çınaraltı dergisinin de yazı kadrosundaydı. Her iki dergi de dönemin ırkçılığa ve Turancılığa hevesli Türkçü düşünürlerinin ve yazarlarının yer aldığı yayın organlarıydı. Safa, bu sırada sıkı bir Alman hayranıydı ve Almanya’nın yanında yer alınması gereğini savunuyordu.
1943 yılında yazdığı Tasviri Efkâr gazetesinde ise, Türkiye dışında yaşayan Türklerin Türkiye’den coğrafi sınırlarla ayrıldıklarını, fakat bütün Türklerin sevgi ve ilgi bağları dışında, ırk, tarih, dil ve din bağları ile de birbirlerine bağlandığını belirtiyordu. Onun pek çok fikirdaşı 1944 ilk baharında Irkçılık-Turancılık davasından tutuklanır ve yargılanırken, onun bu davaya karıştırılmamış olması da dikkate değerdir. Kendisi uzun yıllar sonra kendisine yöneltilen iftiranın dönemin hükûmetince anlaşılması üzerine davaya dahil edilmediğini yazacaktır.
Toprak reformundan yana
Safa, 1946 yılında DP’nin de kurulmasıyla birlikte başlayan yeni dönemin hemen öncesinde; CHP’nin toprak reformu tasarısını destekleyenler arasında yer almıştı. Tasvir gazetesinde yayınlanan “Toprak Davasının Temelleri” adlı yazısında; tasarıya karşı çıkan milletvekillerini eleştiriyordu. Tasarıyı genel olarak desteklerken de, tasarının ülke gerçeklerine göre yeniden düzenlenebileceğini ve düzenlenmesi de gerektiğini belirten yazarlar arasında yer almaktan kaçınmamıştı. İş, DP’nin kurulma aşamasına gelince; Cihat Baban’ın yıllar sonra anılarında yazdığına göre, Safa da, Celâl Bayar’ın CHP’den ayrılıp, yeni bir parti kuracağına ilişkin haberleri hiç ciddiye almamıştı.
Anti-komünist yazar
Safa, anti-komünistti. Tabiî gençliğinde Nâzım Hikmet ile birlikte Resimli Ay dergisinde yazılar yazdığını bir an için unutursak! Hatırlamalıyız ki, yine ünlü “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” romanını da Nâzım Hikmet’e ithaf etmişti! 1946 sonrasında ise kimin daha çok anti-komünist olduğu konusunda kuşkuları vardı. CHP, daha kuruluş anında dönemin önde gelen sosyalist isimleriyle de flört eden DP’yi komünistlikle suçlayınca, ortaya bir açık artırma çıkmıştı. Çünkü, DP de CHP’yi zamanında komünistleri korumak ve desteklemekle suçluyordu. Meşhur Kenan Öner-Hasan Âli Yücel davasının hemen öncesinde.
Safa ise, DP’nin daha başlangıçta sosyalistlerle işbirliğine sert şekilde karşı çıkmıştı. DP’ye uzak duruyordu; ama aksine CHP onun için daha yakın bir siyasal partiydi. O kadar ki, yazarı olduğu Tasvir gazetesi CHP’ye karşı muhalefeti desteklemeye başlayınca, bu eğilime karşı çıktı ve gazetesinden ayrılarak, bu kez Vakit gazetesinde DP aleyhine yazılar yazmaya başladı. DP’nin 1946-1950 muhalefet devresinde Safa, DP’ye kesin ve sert bir şekilde karşıydı. Bu bakımdan CHP’den aday olması tuhaf karşılanmamalıdır. Eğer seçimi kazansaydı; diğer adaylar İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mithat Cemal Kutay, Hasan Âli Yücel, Falih Rıfkı Atay, Burhan Felek, Hüseyin Cahit Yalçın, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Hakkı Tarık Us, Şükrü Kaya, Yusuf Ziya Ortaç, Tahsin Bekir Balta, Fahri Kurtuluş, Refik Ahmet Sevengil ve Orhan Seyfi Orhon ile aynı partide ve Meclis’te birlikte olacaklardı.
Demokrasiye soğuktu
1945 yılının Kasım ayında bu kez de Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu dergisinde şu satırları yazacaktır: “Harb biter bitmez daha onun son takvim yaprağı kopmadan, kendi tarihimizden ve tekâmül ritminden bir çekişte kopmuş gibi, yirmi üç inkılâp yılında resmen anasına sövdüğümüz liberal nizama doğru bu can atışımız neden? (...) Bugün devletin ve milletin ağzında sakızlanan, ‘gerçek demokrasiye doğru!’ parolası, bundan evvelkinin sahteliğini itiraftan başka ne manaya gelir? Bundan evvelki sahte ise, dün kahraman ve inkılâpçı diye yakalarına yapışmanın, bize o parolanın verdiği ilk hareket emri olmaz mı? (...) Eğer bizim tekâmül kaderimiz, tek-partili cumhuriyet tipinden hürriyet tipine dönmemizi emretmişse, İkinci Dünya Harbi’nin sonunu niçin bekledik? Bu emri, kendi tarihimizden mi, [yoksa] İkinci Dünya Harbi’nin galiplerinden mi alıyoruz? Kendi tarihimizden alıyorsak, harpten evvelki barış ve güven devrine yaraşan bir hürriyeti, bugünün bulanık ve huzursuz anlarına kadar niçin geciktirdik?
Liberal demokrasi ne çeşit bir içtimaî bünyeden doğar? Sanayi burjuvazisi kurulmamış, ‘tenevvür’ devrini yaşamamış, hasret çektiği nizamın filozoflarını doğurmamış, hatta yabancıların bile eserlerini diline almamış, iktisadî sınıfları billurlaşmamış, çalışan ve çalıştırılanlarının menfaatleri sendikalaşmamış bir cemiyet yapısı içinde liberal demokrasi mümkün müdür? (...)
Muhalefet oyuncuları bunları niçin kendi kendilerine sormuyorlar? Hem kimdir onlar? Şu upuzun yıllar [Cumhuriyet] Halk Partisi’nin ve [Türkiye] Büyük Millet Meclisi’nin bütün nimetine konduktan sonra, onun bütün prensiplerini ve tatbikâtını avuç patlatarak alkışladıktan sonra... (...) Şu taahhüt işlerinden on beş milyon lira vurup, bize ahlâk dersi vermeye kalkan muhalefet lideri, şu yıllarca sayısız ve misilsiz rezâletlere yataklık etmiş, bugün bir istifa kâğıdı ile taharetlenen ve temize çıkmak isteyen, fakat istifasının sebebini bile saklayarak, şimdiki sükûtunu yarın her ihtimale göre çeşit çeşit izâha ve tevile hazırlanan pandomimacı ve benzerleri... (...) Bu muhalefet oyuncularının oyunu...”
ÜNLÜ YAZAR, DP’DE İKEN...
Safa’nın DP ile yakınlaşması uzun yıllar aldı. İktidarının ancak ikinci döneminde DP’yi desteklemeye başladı. Adnan Menderes ile kişisel teması da vardı. Yine de ancak son sıralarda DP’nin savunucusu oldu. O kadar ki, 26 Mayıs 1960 gecesi, yani darbe akşamında Eskişehir’de Menderes ile birlikteydi! Ama Yassıada mahkemesinde şahit olarak bulundu!
MERAKLISI İÇİN OKUMA PARÇALARI
Beşir Ayvazoğlu’nun “Peyami” kitabını (Ötüken yayınları) öneririm. Zaten Safa hakkında yazılmış en kapsamlı ve nesnel inceleme niteliğindedir. Bundan on beş yıl önce yayınlanmıştı. Murat Yılmaz’ın Safa’nın dergisi sayılabilecek olan “Türk Düşüncesi” hakkındaki incelemesi de dikkate değerdir: Yazısını İletişim Yayınlarının Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce serisinde (ben ona mavi seri diyorum) muhafazakârlık cildinde bulabilirsiniz. Eğer Safa’nın kendisini okumak istiyorsanız, “Türk İnkılâbına Bakışlar”ı öneririm. 1938 gibi hayli eski bir tarihte yazılmış olduğunu da unutmadan tabiî. Ayvazoğlu’nun da araştırmasında isabetle vurguladığı gibi, Safa, bazen sanıldığının aksine, düşünsel serüveninde hayli farklı istikâmetlere yönelmiş bir kişidir. Hatta bu istikâmetler çok kez birbirine tezat olsa da. Bu bakımdan Safa’da muhafazakâr ve milliyetçi tutarlılık bulmak isteyecek olanlar açısından biraz da beklenilmeyen bir sonuç sayılabilir.