Irak Anayasası hazırlanırken, petrol konusu epeyce tartışmaya konu olmuştu. Bir tür federal yönetimi olan ülkede petrol zengini bölgelerin gelirlerinden bir miktar payı merkeze aktarmaları ile merkezin her bölgeye kazancından pay vermesi arasında uzunca bir süre bir seçim yapılamamıştı. Sonunda Irak Anayasası ile durum düzenlenmiş, ancak bu düzenlemeden özellikle Erbil yönetimi hiç de memnun kalmamıştı.
2005’de kabul edilen Anayasa’nın 111.ve 112. maddelerine göre petrol ve doğalgaz, tüm Irak’ın zenginliği olarak kabul ediliyor. Ancak maddeler arasındaki çelişkiler Bağdat yönetimi ile Erbil arasındaki anlaşmazlıklara kaynaklık ediyor. Petrol ve doğalgaza bağlı arama, işleme, taşıma gibi her türlü faaliyetin sorumluluğu hem merkezi hükümette hem de bölgesel yönetimlere bırakılıyor. Dolayısıyla ortaya bir yetki kargaşası çıkıyor.
Ancak sorun bununla sınırlı değil. Petrol gelirlerinin dağılımı, Anayasaya göre merkezi hükümetin adil dağıtım ilkesiyle yapılıyor. Adalet ise Petrol Kanunuyla belirlenmiş ve nüfusa bağlı kılınmış. Yani petrol çıkan bölgedeki nüfusun Irak nüfusuna oranı neyse, gelir dağılımı da ona göre yapılacak deniyor. Sorun şu ki, Irak’ta nüfus sayımı yapılamıyor; daha beteri Kerkük gibi statüsü belli olmayan bir yerde nasıl adil dağıtım yapılacağı hiç bilinemiyor.
Erbil-Bağdat anlaşmazlığı
Bağdat yönetimi hesabı nasıl yapmış, tam bilinemiyor. Ancak verilen karara göre petrol gelirleri önce hazineye aktarılıyor, Kuzey Irak Kürdistan bölgesi de bu gelirden sadece % 17’sini alabiliyor. Bugün, 2.5 milyon varil petrol üreten Irak’ta 2020 yılındaki üretimin 10 milyon varil civarında olacağı öngörülüyor. Bu da, kavganın daha fazla büyüyeceğini gösteriyor.
Bir diğer sorun da hem Bağdat hem de Erbil yönetimlerinin Anayasa yapılmadan ve Petrol Kanunu çıkmadan önce yaptıkları ikili anlaşmalar. Bu anlaşmalardan doğan kazançları paylaşmak istemeyen Erbil’e Maliki yönetiminin büyük baskısı olduğu söylenebilir.
Irak, ister merkezi yönetim olarak ister bölgesel yönetimler olarak petrol zenginliklerini gelire tahvil etme derdindeler, ancak aralarındaki anlaşmazlık dış dünya ile yeni ilişkiler kurmalarına engel oluyor. Şu bir gerçek ki, Maliki yönetimi Kürdistan’ın petrol geliriyle zenginleşip iyice merkezden kopmasını istemiyor. Ancak öte yandan Erbil yönetimi de kendilerinde olan petrolün siyasi baskı olarak kendilerine karşı kullanıldığını iddia ediyorlar.
Kritik pozisyon
Durum buyken, enerji arzını çeşitlendirmek zorunda olan ve en az maliyetli olarak da Kuzey Irak’tan temin edebilecek olan Türkiye’nin yapacağı ve yaptığı anlaşmalar kritik bir öneme taşınıyor.
Anlaşıldığı kadarıyla Maliki, Barzani ile Türkiye’nin anlaşmalar yapmasına ve Türkiye’ye petrol satılmasına itiraz etmiyor. Zaten çok büyük bir itirazı olsaydı, Türkiye de önce Maliki’yi ikna etmeye uğraşırdı. Ancak Erbil’le yapılan anlaşmanın kendisiyle ilgili değilse de gelirleri ile ilgili bir rahatsızlık çıkmış olmalı. Muhtemelen Türkiye, karşısındaki iki tarafın aralarında anlaştıklarını varsaymış ve imzaları ona göre atmıştır.
Ancak Erbil ile Bağdat arasında uzlaşma sağlanmamış olduğu anlaşılıyor. İşin kötüsü, zaten Maliki yönetimiyle Türkiye’nin arası nahoşken bir de Türkiye’nin iki tarafın ilişkisini bozmakla suçlanma ihtimali var.
Neyse ki Türkiye’nin Enerji Bakanı, niyetin katiyen bu olmadığını beyan ederek tarafların kendi aralarında anlaşmalarının önemine vurgu yaptı.
Türkiye Erbil’i bağımsızlığa götürecek bir zenginleşmeye neden olmak ister mi ki Maliki telaşlanıyor, orasını anlamak kolay değil. Ancak iki taraf arasındaki ilişkinin dengesi giderek daha fazla Türkiye’ye bağlı hale geliyor.