Petrol fiyatlarından başlayalım; soru şu, dün ve önceki gün petrol fiyatlarında bizim ‘sınırımız’ olan 110 doların üstüne çıktık ve 113 dolarları gördük, Türkiye için ‘endişe’ verici olan bu yükseliş sürecek mi? Hemen şunu söylemek istiyorum; bu soru yalnız bir ekonomi sorusu değil, aynı zamanda, reel-politik durumla ilgili bir soru da.
İlk önce kritik bir eşik olarak görülen (Brent) 113 dolar eşiğinin hangi temel saiklerle geçildiğine değinelim. Daha doğrusu bu yükseliş saiklerini ‘piyasa’nın görünen tarafı açıklıyor. Biz burada görünmeyen tarafa da değineceğiz. Öncelikle Çin’in büyümesi ve buna bağlı talebin yüksek olacağı ayrıca Japonya’nın durgunlukla mücadelede kararlı olması Asya’nın petrol talebiyle ilgili beklentileri yukarı çekiyor. Ancak bu tek başına ‘yüksek’ petrol fiyatı için neden değil. Çünkü OPEC bile küresel ekonominin büyüme başlangıcında 100-110 dolar arasını makul görüyor. Öte yandan ABD’nin yakın gelecekte petrole olan bağımlılığını azaltması bekleniyor. Ve bununla birlikte Irak’ın yeni ve daha güçlü bir oyuncu olarak devreye girmesi de yakın gelecekte olacak. ABD’nin ilk önce bağımlılığı azaltması, yani üretimiyle tüketimi arasındaki açığı kapatması hatta pozitife geçmesi petrol fiyatlarını kalıcı olarak aşağı çekecek bir faktör. Ama bundan öte Irak meselesi var. Brent petrolde iki gündür süren yükselişin, Çin ve Japonya dışındaki temel nedeni, İran ambargosuyla azalan petrol arzını Irak’ın yakın gelecekte telafi edemeyeceği endişesi. Daha doğrusu bu, bazı çevrelerde, bir endişe değil bir beklenti. Çünkü Irak’ın petrol piyasasında etkin olmaya başlaması K. Irak ve Türkiye üzerinden olacak. Bu haftanın en önemli gelişmesi, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Türkiye’ye, merkezi yönetimden bağımsız, resmen petrol ihracına başlaması oldu. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Doğal Kaynaklar Bakanı Ashti Hawrami ‘Türkiye’ye 8 Ocak 2013 tarihinden itibaren ham petrol göndermeye başladık. Kürt hükümeti ham petrol ihracatı yapmakla özgürdür, çıkarılan ve gönderilen petrol kendi ihtiyacımız doğrultusunda kullanmamız, satmamız bizim en doğal hakkımızdır’ derken aslında meydan da okuyordu.
Burada hemen tarihi bir not parantezi açalım: Lozan öncesi Britanya’nın en büyük korkusu Musul-Kerkük bölgesinin Türkiye’nin denetime geçmesi idi. Biliyorsunuz ki, bu Misak-ı Milli’dir. Çünkü bu bölgeyi Britanya’nın denetleyememesi demek, Ortadoğu’nun denetimden çıkması ve istedikleri gibi kurulamaması demekti. Ayrıca Rusya’da devrim olmuş ve Sovyetler Türkiye’ye göz kırpıyordu. Böylece Britanya ve Fransa’nın korkulu rüyası Sovyetler’le tam bir kâbusa dönüşüyordu. Ama ‘kâbus’ gerçeğe dönüşmedi, Britanya emperyalizmi, belki de son zaferlerinden birisini Lozan’da kazandı. Türkiye, Misak-ı Milli’den vazgeçerek, geleceğin enerji zenginliklerini teslim ediyordu ama bu aynı zamanda enerji kaynaklarından uzak ve bağımlı bir Türkiye de demekti.
Şimdi yeniden bugüne dönelim; Britanya sömürgeciliğinin devamı olarak kurulan ve 2. Dünya Savaşı sonrası da ABD müdahalesiyle şekillenen ‘eski’ Ortadoğu bitiyor. Halklar üzerinde oturdukları zenginlikleri biliyorlar ve sahip çıkıyorlar. Ne diyor Hawrami ‘bu petrol bizim bunu biz satacağız.’ Ayrıca Türkiye üzerinden müthiş bir bölgesel entegrasyon başlıyor, Suriye devrimi buraya yaslanıyor, Mısır buraya bakıyor ve cesaret alıyor. Kapitalizmin merkezindeki kriz ABD ve Avrupa’yı geri çekilmeye zorluyor. Ve tam şimdi K. Irak Kürt yönetiminin ‘bu petrol bizim’ dediği ve resmen Türkiye’ye ihracata başladığı günlerde de, aynı zamanda, yalnız Türkiye’nin değil bölgenin de en büyük sorunu olan Kürt meselesinin bitmesi için tarihi uzlaşmaya doğru gidiyoruz.
Bir suikast, Fitch ve ötesi...
Ama tam bu günlerde bazı güçler 1) Irak karışacak ve petrol arzı duracak, İran ambargosu büyük sorun, petrol fırlayacak yönlendirmesini yapıyor. 2) Türkiye’nin barış yolunun öyle kolay olmadığını, bunun uluslararası bir sorun olduğunu anlatmak için PKK kurucusu Sakine Cansız’a Paris’te suikast düzenliyorlar. Şimdi İran ambargosundan doğan arz azalmasını Irak karşılayamaz, K. Irak petrolleri konusunda savaş çıkacak diye yönlendirme yapan güçlerle Paris’te PKK kurucusu Sakine Cansız’ı öldüren güçler aynı güçlerdir.
Hemen bir not ilave edip bırakıyorum; dün Fitch’den de bir değerlendirme geldi; diyor ki ‘Türkiye’de kredi genişlemesi olursa banka sistemi riskli olur.’ Bu şu demek: Biliyorsunuz bu kredi genişlemesi demek banka sisteminin aktif ve pasif tarafının birlikte büyümesi demektir. Pasif borç tarafı yani mevduat, uluslararası krediler falan. Aktif ise kredi tarafı, kredi, aktif pasif genişlemeden genişlemez. Şimdi Fitch küresel sermayeye diyor ki; Türk bankalarına sendikasyon verirken dikkat edin, gerekirse vermeyin, bizim bankalara da diyor ki, elinizdeki parayı kredi olarak kullandırmayın, Hazine’yi finanse edin, eskisi gibi. Türkiye büyümesin! İşte budur, var mı daha ötesi!