Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır’da Barzani ile buluşmasının iç siyasetle ilgili bir boyutu var elbette. Sonradan BDP’liler zoraki güler yüzle evsahipliği yapmaya mecbur kalsalar da PKK’nın bu ziyarete yapılacağının duyulduğu andan itibaren gösterdiği tepki zaten bunu açıkça gösteriyor. Haddizatında Diyarbakır’da gerçekleşen buluşmanın başarısı ve özellikle bölge halkı üzerinde uyandırdığı coşkunun PKK-BDP çizgisinin gücüne yönelik ciddi bir darbe niteliği taşıdığı söylenebilir.
Henüz böylesi bir ziyaret kimsenin aklında olmasa da Türkiye’nin Irak’ta Kürdistan bölgesel yönetimiyle ilişkilerini geliştirme niyeti ortaya çıktığı sıralarda bu gelişmeyi analiz etme sadedinde bu sütunda -bazı tepkilere ve eleştirilere de yol açan- şöyle bir ifade kullanmıştım: Ankara içerideki Kürt sorununu “dışarıdan kuşatarak” çözme stratejisi uyguluyor...
Böyle bir stratejinin daha önce de düşünülmüş olduğu, ne var ki ancak bugünkü şartlarda uygulama imkânı bulunabildiği unutulmadan meseleye bakmak lazım. Bugünkü şartlar derken Irak’taki Kürdistan bölgesel yönetiminin Türkiye’nin himayesine muhtaç bulunduğu, buna mukabil Türkiye’nin de Barzani yönetimiyle işbirliğinden azami fayda umduğu bir dönemin şartlarını kastediyorum. Barzani Türkiye’nin himayesine muhtaç. Çünkü Irak merkezi yönetiminin tehdit ve baskılarına karşı sığınabileceği başka yer yok bölgede. Daha da önemlisi petrol ve doğalgazını dünya pazarlarına ulaştırmak için de işbirliği yapabileceği başka güç yok etrafında.
Biliyorsunuz, Barzani yönetiminin Irak merkezi yönetimiyle arasındaki problem büyük ölçüde Kürdistan özerk bölgesinde çıkarılan doğal kaynakların satışından elde edilecek gelirin paylaşımıyla ilgiliydi. Türkiye’nin Maliki hükümetiyle arasının açılmasının sebeplerinden biri de Kuzey Irak petrol ve doğal gazı konusunda merkezi yönetimi bypass ederek özerk yönetimle işbirliği yapılmasıydı.
Şimdi Ankara tarafından hem Irak merkezi hükümetiyle aramızdaki buzları eritmeye yönelik adımlar atılıyor hem de Kürdistan özerk yönetiminin kendi enerji kaynaklarına ilişkin hakları güvence altına alınıyor. Buna karşılık Barzani de Türkiye’nin huzur ve güvenliğini tehdit eden Kürt sorununun çözülmesi için ağırlığını ve nüfuzunu kullanmaktan geri kalmayacağını ortaya koyuyor. Zira ortada çok önemli ortak çıkarlar var.
Diğer yandan, petrolün “yol güvenliği” ihtiyacının barışın da güvencesi olduğunu hatırlamak lazım. Yakın geçmişte ABD tarafından desteklenen Bakü-Ceyhan petrol boru hattı projesinde güzergâh güvenliği sorun olduğunda PKK tek taraflı ateşkes ilan edebilmişti.
Zaten bu bölgedeki çekişmelerin ve savaşların büyük ölçüde petrol meselesiyle ilgili olduğunu biliyoruz. Mesela bugün Suriye’deki iç savaşın bile enerji nakil hatlarıyla ilgili olduğunu düşünenler var. Bazıları İran petrol ve gazının Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılmasını öngören bir boru hattı projesinin engellenmesi çabasına bağlıyor Suriye’de olup biteni; bazıları ise Körfez bölgesinden Akdeniz’e uzanacak bir doğalgaz boru hattı projesinin güzergâhını kontrol altına alma arzusuna... Bu iddiaları komplo teorisinden ibaret sayabiliriz tabii ama enerji politikalarının uluslararası konulardaki belirleyiciliğini gözden uzak tutamayız. Bu arada kuzey Suriye’de PYD’nin özerk Kürt yönetimi kurduğunu ilan ettiği bölgenin Suriye’deki petrol kuyularının yüzde sekseninden fazlasına sahip olduğu bilgisini de!
Barzani yönetimiyle ilişkilerimize dönecek olursak... Evet, bu ilişkilerin iç siyasete yansıması olacak, yani Kürt sorununun çözümünde atılan bütün olumlu adımlara karşı sürekli problem çıkarıp toplumsal gerginlikleri diri tutmaya çalışan PKK-BDP çizgisinin kendi tabanı üzerindeki nüfuzunu kaybetmesi gibi bir etkisi olacak ama aynı zamanda bölgedeki enerji kaynakları üzerinde Türkiye’nin kontrol sağlamasına da yol açacak.
Stratejik kazanımlar bir tarafa, Kuzey Irak’tan gelecek doğalgaza şu anda diğer ülkelere ödediğimizin yarısı kadar bir fiyat ödeyeceğimiz bilgisi doğruysa hiç de fena bir alışveriş olmuyor!