Biri Beykoz’daki villasından nasıl işsiz kaldığını anlatıyor. Diğeri yaşadığı başka bir lüks mekanından.
Aralarında “46 yıllık gazeteciyim” diyen, çok istediği değil daha az istediği yerde çalışan, yazan da var, genel yayın yönetmenliği yaptığı halde nasıl işsiz kaldığını söyleyen de.
“İsveç İstanbul Konsolosluğu’nun” himayesinde hazırlanan 42 dakikalık belgeselde özetle “Türkiye’de basın özgürlüğü yok” diyorlar. Belgeselde konuşanların sayısı, aralarında gazete patronu Aydın Doğan’ın da olduğu 19 kişi.
Anayasanın 26. maddesiyle başlıyor belgesel. “Herkes düşünce ve kanaatlerini yazı resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak yayma hakkına sahiptir” denilen maddenin verdiği özgürlükle konuşamıyor, düşüncelerini ifade edemiyor bu isimler.
Allah aşkına şaka mısınız siz?
Gazetesinin manşetinde hergün bu ülkenin seçilmiş hükümetine, Cumhurbaşkanı’na her türlü “özgür düşüncesini” açıklayan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, hakkındaki davalardan bahsediyor. Biri kanunen yasak olmasına rağmen gizli bilgileri ifşa etmek, diğeri Başbakan’a hakaret.
Dikkat edin. Hakaret suçundan yargılanıyor. Bunu da gazetecilik faaliyeti olarak görüyor.
Bir diğeri. Adana’da durdurulan MİT Tır’ları ile ilgili “Bu Tır’lar İHH’ya (İnsani Yardım Vakfı) aittir” yalanını yazmış biri. 17-25 Aralık darbe girişiminde “gazeteci” sıfatıyla içeriden haber veren kişi.
Yıllanmış gazeteci olmakla, yıllanmış şarap olmayı denk tutan ve her cümlesine “46 yıllık gazeteciyim” sözüyle başlayan Hasan Cemal de işsiz kalmaktan ve baskılardan şikayetçi. Ki kendisi P24 platformunun Yönetim Kurulu Başkanı. “Başbakan’la gazetecilik anlayışımız uyuşmadığı için işimi kaybettim” diyen Hasan Cemal haksız sayılmaz. Hatırlayın darbeci Madanoğlu ve bir başka darbeci Evren ile gayet iyi uyuşuyordu gazeteciliği.
Ya Derya Sazak’a ne demeli?
Aydın Doğan’ın bir dönem Genel Yayın Yönetmeni olan Sazak, o sıfatından dolayı herhalde Doğan’ın aldığı villada oturuyor. İşsiz Sazak evinin fiyatı için de gülerek “Çok değil canım 700 bin dolar” diyebiliyor.
Röportajlar ayrı ayrı çekildiği için, yukarıdaki tablonun içinde olduğunu belgesel yayınlandığı zaman fark eden iki isimden itiraz yükseldi. Ahmet Şık ve Tuğçe Tatari. “Bizim bunlarla işimiz olmaz” anlamına gelecek açıklamalar yaptılar. Haksız da sayılmazlar.
Sizin basın özgürlüğünden anladığınızın “Ülkenin seçilmiş başbakanına istediğiniz gibi hakaret etme özgürlüğü” olduğu bu belgeselle bir kez daha anlaşıldı.
Dağılabilirsiniz.
PES...
47 yaşında bir gazeteci. Muhafazakar bir televizyonda başlamış mesleğine. Ardından bir başka muhafazakar televizyonun Genel Müdürü ile bir şekilde temas kurup transfer olmuş. Yıllarca orada “İslami” kimlik altında çalışmış. Haber Koordinatörlüğü, Anchorman’lik yapmış. Programlarında İslami hassasiyetlere dikkat çekmiş. 28 Şubat’ta başörtülüleri aslanlar gibi savunmuş. 2001 yılında İslam’ın 5 şartından birini ihya etmiş, hacca gitmiş. Verdiği röportajda duygularını anlatmış. 2003 yılında “İslamcı” olmadığını açıklamış. Bir gazetede yazarlığa başlamış. Bir süre sonra Doğan Medya’nın elemanı olmuş. Sonrasında sevgilile-
rin biri gelmiş, diğeri gitmiş. Nişantaşı kafelerinde avını bekleyen avcı olmuş. Artık İslamcı olmadığı için şarabın her rengini bilirmiş.
Nereden nereye.
Ahmet Hakan Coşkun’u anlattım kısaca. Bu özelliklerinin hiç biri için eleştirmeye hakkım yok. Hayat onun hayatı. Ama tüm bunları yaptıktan sonra kendi programında muhafazakar cenahtan birisi için “Bu kadar alçakça keskin dönüşler olamaz, utanır ya insan.” dersen buna da ancak “pes” derim.