Önce şunu tespit edelim: Ne yaşadığımız yolsuzluk tartışmasından ibaret, ne de bugün bu yargı ve polis operasyonlarını hararetle savunanların tamamının derdi temiz toplum.
Tersine, daha önce yargıyı ve polisi hükümetin bir enstrümanı olarak görenlerin şimdi ona ani bir güven duymaya başlamalarına yansıyan bir siyaset de var.
Cemaatle beraber bu operasyona destek veren Eski Türkiye’nin güçlerinin derdi de herhalde arınma falan değil.
**
Yolsuzluğa göz mü yumalım peki?
Hayır, ben hükümetin yerinde olsaydım, ortada yüce adalet duygularıyla ilgili olmayan bir şeyler olduğunu gördüğüm halde, bile bile lades der, hem hukukun hem de siyasi basiretin gereği olarak, bunu aynı zamanda bir yolsuzluk soruşturması olarak yürütürdüm.
Hem de sonuna kadar. İstifaysa istifa. Erdoğan tüm kadroyu dağıtsa yine kaybetmez, çünkü halk kişilere değil, onun partisinin bir çevre partisi olarak ifa ettiği sosyo-politik işleve oy veriyor.
**
Cemaatin bu süreçteki ruh haline ve tutumuna dönecek olursak.
Dost acı söyler, o çevreden tanıdığım ve sahiden çok sevdiğim insanlar var ve şu an içinde bulundukları ruh halinin yanlış olduğunu dilim döndüğünce anlatmaya çalışıyorum onlara.
Ve tarihi bir yanılgı içinde olduklarını düşünüyorum.
Ak Parti Hükümetinin yıkıldığı bir Türkiye, eğer amaç buysa, kesinlikle onların arzuladığı Türkiye olmayacak.
“İsyan günü ellerde taşınan bayraklarla, zafer günü göndere çekilen bayraklar aynı bayraklar olmayacaktır” der Marx.
Yani onun öngördüğü siyasi gelecek ile yaşanacak olan bambaşka olur ve kendisi de kaybeder. Ve gelecek olanlar, ona hiçbir şekilde minnet duymaz.
**
“Bundan sonra hangi hükümet gelirse gelsin, tartışmanın merkezinde o olacak. Cemaat bundan sonra Türkiye’nin temel sorunu olarak kendisini koydu” diyordu bir arkadaşım.
Yeni statükonun yapacağı sadece onu tasfiye etmek için kurumlarını hedef almaktan ibaret olmaz, doğrudan topluma yönelir. CHP’li muhayyel bir yeni statüko bugün şikayet ettiklerini aratacak ölçüde ezer onları. Hem de kendisine minnettar kılacak şekilde yapar bunu.
Bunca yıldır hep usulet, suhulet, tedbir, teenni diyen bir cemaat nasıl bu kadar açık bir kavganın tarafı olarak görünmeyi göze aldı?
Buna anlam vermek kolay değil.
Şimdiden sonra bu yaşananları telafi etmek de.
Ama sonuçta devlet ile PKK’nın bile barış sürecinde görüştüğü bir dünyada bu da ihtimal dışı değil. Tabii bu ilişkinin niteliğinin hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını da belirtmek gerek.
**
Meselenin aşikar biçimde yolsuzluktan ibaret olmayan boyutuna gelince:
Ben bürokratları bilmem, o operasyonu yürütenleri de.
Meselenin yolsuzluktan ibaret olmayan bu boyutu beni ilgilendiriyor.
Tam da bu yüzden, serbest seçimlerle gelen iktidarı ve onun siyasa belirlemeye ilişkin yetkisinin ahlaki ve hukuki meşruiyetini savunuyorum.
Son tahlilde siyaseti savunuyorum.
Doksan yılda ilk kez yakaladığımız Çözüm Süreci’ni ve ilk kez ulaşılabilir bir hedef olan derin devletsiz bir demokraside yaşama ihtimalini, birilerinin “yüce duygular” adına elimizden almasına izin vermemeyi savunuyorum.
Bu kadar yakınına geldiğimiz bir tarihsel anda, bunun ellerimizden kayıp gitmesine izin veremeyiz.
Not:
Bu Star’daki son yazım. Yok, son zamanlardaki bazı yazarların ayrılmasıyla benzer değil benim durumum; bu yazıdan da anlaşılacağı gibi.
Mustafa Karaalioğlu birkaç kez benim gazeteyi bir türlü benimseyemediğimi ifade etmişti. Gazetede çok sevdiğim insanlar var, ama haklı olabilir. Gerçekten de bir perspektif farkından söz edebiliriz.
Yine de bugüne kadar yazmam için bir alan açtıklarından dolayı teşekkür ederim.
Hoşçakalın.