Dün, New York'ta COVID-19 hastalarının tedavisi için, acil serviste görevli -melez ırktan- bir hemşirenin ağlayarak anlattıkları, âfetin boyutlarının nerelere vardığını düşünmeyi gerektiriyor herhalde.. O, diyordu ki:
'Girdiğin her odada hastalarımın cansız bedenlerini, cesedlerini görmekten ve bu acı durumu ailelerine haber vermek zorunda olmaktan yoruldum. Bu süreçte meslektaşlarım da hayatını kaybetti. (…) İnsanların, bu işin ne kadar stresli olduğunu anladığını sanmıyorum. Buna benzer şeyler için eğitilmiştim, ama bu çok başka (…) 'Eğer herhangi bir zaman başkalarına şefkat göstermenin uygun olacağını hissettiyseniz, o an bu andır. Şu anda hepimiz birbirimize şefkat göstermeliyiz. İşin üzücü yanı, sanki gerçekten kimsenin umursamadığını hissediyorum.(…)’
Evet, böyle bir tablo karşısında, insan olan herkese düşen vazife, elimizin yetiştiği ve bizden yardım bekleyenlerin, kimler olduklarına bakmaksızın, Allah’ın halkettiklerine merhametle yaklaşmak idrak ve sorumluluğuyla hareket etmektir. Bugün Erdoğan Türkiyesi’nin yapmaya çalıştığı da bu..
***Bu büyük salgın âfetinin dünyada ortaya çıkardığı dehşet verici tablodan elbette ülkemiz de nasibini alacaktı.. Kaybedilen vatandaşların sayısı, dün itibariyle 1200’e vardı.
85 milyonu aşan dev nüfuslu bir Türkiye’nin durumu, sosyo-ekonomik açıdan bir hayli gelişmiş kabul edilen diğer ülkelerin ‘nüfuslarına nisbetle uğradıkları insan kaybıyla’ mukayese edildiğinde, -evet, ölüm, tek kişi de olsa, acıdır, ama-, ülkemizde verilen sağlık hizmetlerinin yüksek seviyesini gösteriyor.
Bu salgının bundan sonra nasıl bir çizgi takib edeceğine dair tahminlerin ise, gerçekte temennilerle beslendiğini unutmamak gerekir. Ama, ülkemizin şükürle karşılaması gereken husus, herhalde, hükûmet mevkıinde olanların, halkın hele de korunmaya en fazla muhtaç olan dar ve orta gelirli kısımlarına hizmet etmeyi öncelik olarak belirlemiş olmasıdır.
Ama, bu büyük âfet yüzünden meydana gelen can kayıplarının ötesinde, sosyo-ekonomik açıdan yapacağı yıkım etkisinin, tahminlerin ötesinde olabileceği ihtimali de gözardı edilmemesi gereken bir diğer konu..
***Ekonomik açıdan çok güçlü olan Amerika ve Avrupa ülkeleri bile yüzmilyarlarca değil, trilyonlarca dolarlık ek bütçelerini devreye soktular.
Yine de, dünya ekonomik merkezleri ‘1929 Ekonomik Buhranı’ gibi büyük bir felaketin ortaya çıkabileceğini sözkonusu ediyorlar.
Türkiye’nin böyle bir imkânının olmadığı ortada.. Yine de, Erdoğan Türkiyesi, devletin himaye kanadlarını herkesin ve en çok da himayeye en fazla muhtaç olan kesimlerin üzerine geriyor. Bu ülkenin imkânlarının kaymak tabakasını hele de son 100 yıldır midelerine ve ceplerine indiren kesimler ise, hâlâ, herşeyi karalamak ve engellemek ve başarılardan da kaygılanmak yarışındalar; yazılarından ve tavırlarından taşan mâna ortada.. Bunun için de o taife, C.Başkanı Erdoğan’ın başlattığı ‘Millî Dayanışma Kampanyası’na, ‘Zırnık bile vermek yok..’ demekle kalmıyorlar, bir de sosyal medya çöplüğünde kendi aralarında, ülkenin en üst yönetim kademelerinde bulunanlar hakkında istihza ve hattâ hakaretlerle meşguller..
Sokağa çıkma yasağı ilam edilince tekel bayilerine, kuruyemişçilere, benzin istasyonlarına, ve fırınlara ve marketlere hücum edenler de onlar.. İstanbul- Fatih’te yaşanmayan o açgözlülük, bencillik ve ‘ego-manyaklık’ kasırgasının hangi semtlerde sergilendiğine bakmak bile her şeyi ortaya koyuyor.
***Ama, bu ülkenin asıl sahipleri, büyük sessiz Müslüman kitleler.. Bu sessiz kitleler, ‘Bu ülke savaşta bizim; barışta ise, bir avuç mâlum kesimlerin..’ diyen ve onların ıslah olmaları için dua edenler..
Hamdolsun ki, ülke, bu hassasiyetlerin farkında olan kadrolarca yönetiliyor.
***