Paylaşılamayan kentler dendiğinde ilk akla gelen yer Kudüs olur. Filistin ile İsrail arasındaki sorunlardan birisi, her iki tarafın da başkent olarak Kudüs’ü görmelerinden, şehrin manevi kimliğine sahip çıkmalarından, dolayısıyla da paylaşamamalarından kaynaklanır. Üstelik Kudüs sorununun tarafları sadece Müslüman ve Yahudiler de değil, Hıristiyanlar da bu kentle ilgili ‘hassasiyetler’ taşırlar ve kentin Filistin ya da İsrail’den birisinin elinde kalması ihtimalinden pek haz etmez, uluslararası kent statüsü kazanmasını isterler.
Paylaşılamayan kentler, genel olarak ülke sınırları belli olmayan, devlet kurulamayan ya da sömürge sonrası dönemde statüsü kasten belirlenmiş yerlerde ortaya çıkar. Bazen ise, ülkenin paylaşılması mesele olur, ama başkentin paylaşılması hiç sorun olmaz. Berlin’in ortasına duvar çekilir, Lefkoşa’nın ortasına da yeşil hat. Şehrin ortasından sınır geçer, insanların yarısı bir tarafta kalır, yarısı öteki tarafta.
Ancak bu genellemelere uymayan bir örnek var. Avrupa’nın ortasında, AB’nin merkezi kabul edilen Belçika’nın başkenti Brüksel, hem herkesin hem hiç kimsenin kenti olma yolunda.
Belçika
Belçika’da Flamanlar ile Valonlar arasındaki boşanma arzusunun giderek arttığı gözleniyor. Flamanca konuşan ve daha zengin olan Flamanların bir kısmı, kendi çalışıp kazandıklarını Fransızca konuşan Valonların tükettiğini düşünüyor ve onlardan kurtulmayı istiyorlar. Bu eğilim bazı Flamanlarda o kadar güçlü ki, Valon bölgesinde üretilmiş peyniri bile yemiyorlar. Bu köktenci Flamanlar, Valonların ayrılmaları halinde Fransa ile birleşmelerini, dolayısıyla ileride yeniden federasyon ihtimalinin toptan ortadan kalkmasını istiyorlar.
Fransa’nın böyle bir arzusu yok. Ancak Belçika’da krallığın bu şekilde gitmeyeceğini düşünenlerin sayısı artıyor. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre her üç kişiden birisi Belçika’nın yakında dağılacağını düşünüyor. Yakından kast edilen ise, iki yıl. Bu oran geçen sene her beş kişiden birisi biçimindeymiş ve dağılma olasılığı beş yıl gibi bir süre için öngörülüyormuş. ‘Bir iki seneye kalmaz dağılırız’ diye düşünenler, 2014’de yapılacak genel seçimlerin sonrasına işaret ediyorlar. Anlaşılan bölünme meselesi ulusal parlamentoda gündeme gelecek ve Çeklerle Slovaklar gibi el sıkışarak ayrılınacak diye düşünüyorlar.
Ve Brüksel
Gidişata bakılırsa, bu ihtimal çok zor değil; ancak bir de ortada Brüksel sorunu buluyor. Kudüs gibi, bu kent iki tarafın da başkenti ve sadece AB’nin değil NATO’nun da merkezi. Kentin manevi ifadesi, Avrupa’da istikrarı ve barışı temsil etmesinden kaynaklanıyor. Ancak Kudüs örneğinden farkı, Belçika’nın ayrılma senaryosu yapanların bu kenti istememeleri. Kudüs’ü herkes isterken, Brüksel’i kimse istemiyor kısacası.
Aynı kamuoyu yoklamasına göre Brüksel’de oturanların % 68’i bu kentin bağımsızlığını savunuyor. Bağımsız derken, ayrı bir ülke kast edilmiyor. Ya Vatikan gibi olması ya da uluslararası kent statüsü kazanması öngörülüyor. Brüksellilerin % 6’sı kentin Flaman bölgelerinde % 28’i ise Valon bölgesinde kalmasını istiyor. Flamanların % 42’si kendi bölgelerinin bağımsızlığını % 44’ü de Brüksel ile bir tür federasyon sağlanmasını savunuyor. Öte yandan Valonların % 61’i kentin kendi bölgelerinde kalmasını tercih ediyor.
Oranlara bakılırsa, Flamanlarla Valonlar iki ayrı devlet olma yolunda ilerlerken Brüksel de giderek kendi bağımsızlığını ilan edecek. Her iki taraf da bu kenti istemelerine rağmen, esas mesele karşı tarafa kaptırmamak olduğundan gidişat Brüksel’in eski tip bir dükalığa dönüşeceği yönünde.