İnsan olağanüstü dönemlerde, kriz anlarında ne idüğünü ortaya koyar...
Ankara’da yıllardır görev yapan bir muhabiri biraz olsun tanıdığımı sanıyor ve küçük ayak oyunlarına tenezzül etmeyeceğine inanıyordum. Daha çok gazetenin internet sitesine katkıda bulunan bu muhabir, sırf diğerlerine ayak uydursun diye, haber de uydurabiliyormuş...
Yaptığını dünkü Zaman’da okuyunca“Yok artık” diye bağırmışım... Önce okuduğumdan kuşkulandım, soruşturunca ‘gerçek’le burun buruna kaldım. Herkes karınca kararınca ortamı karıştırmak ve seçimle işbaşına gelmiş iktidarın işini zorlaştırmakla meşgul ya, o muhabir de yanlış olduğunu çok iyi bildiği haberle kervana katılmış...
Hürriyet’in internet sitesinde haber şu şekilde yer aldı: “Gezi Parkı olayları Ankara'daki yabancı diplomat camiasını da karıştırdı. Gezi Parkı konusunda CHP'li vekillerin eleştirel tweetlerini paylaşan, kendisi de Büyükelçilik bahçesine atılan biber gazından tweetleri ile yakınan Sırbistan'ın Ankara Büyükelçisi Dusan Spasojevic, Belgrad Hükümeti'nin aldığı ani bir kararla görev süresi dolmadan geri çekildi.”
Ne anladınız siz bundan? Herhalde benim anladığımı: Spasojevic’inGezi Parkı ile ilgili tweetlerinden Türkiye rahatsız olduğu için hükümeti tarafından merkeze alındığını... Zaten yanlış anlamayalım diye bu nokta açık açık habere iliştirilmiş de...
Okuyalım:“Ve Twitter'ı çok aktif kullanan, Gezi olayları konusunda da kimisi eleştirel, pek çok tweeti alıntılayan, yayan Sırbistan Büyükelçisi'nin Ankara'da hükümet yetkililerinde rahatsızlık yarattığı, Türkiye'nin bu rahatsızlıkları gayrı resmi yollardan Belgrad'a iletmesi nedeniyle de geri çekildiği yorumlarına neden oldu.”
‘Gerçeği’yazıyorum: Sırbistan’ın Ankara büyükelçisi Dusan Spasojevic hükümeti tarafından merkeze alınmış alınmasına, ama bu en az üç hafta önce olmuş... Büyükelçi iki hafta önce gönderdiği davetiyelerle dostlarını bir veda yemeğine çağırmış... Bu arada tanıdığı gazetecilerle biraraya gelerek “Allahaısmarladık” demeyi de ihmal etmemiş...
Her şey Gezi Parkı eylemlerinden önce olmuş bitmiş...
Vahim olan şu: Merkeze çağrılan büyükelçinin eylemlerden ve attığı tweetlerden önce veda ettiği Ankaralı meslektaşlar arasında bu kasıtlı çarpıtma haberi kaleme alan gazeteci de var...
Reha Muhtar haber sunduğu dönemlerde bülteni “Nerde bu devlet” haykırışıyla bitiyordu ya, benim de içimden “Gazetenin yönetmeni nerde, nerde patronu” diye sorgulamak geliyor; sonra duruyorum... Durduk yere, haberi yapanı ödüllendirmelerini sağlarım korkumdan...
Bir zamanlar benim “Hürriyet’in patronu iyi, yanındakiler kötü” dediğim iddia edilmişti de, gazetenin eski yönetmeni, iddiadan, kendisini patronuna fitlediğim sonucunu çıkarmıştı. Şimdi burada ondan özür diliyorum: Eğer öyle demişsem resmen ‘halt’ etmişim...
Kabahatim, herhalde bugüne kadar hep öyle patronlarla çalıştığım için, ‘patron’ diye anılan kişileri akıllı insanlar bilmem... Kendi ayağına kurşun sıkar mı patron? Bir çırpıda ülkeyi yüzde 20, kendisini de yüzde 25 fakirleştiren anlamsız bir hareketlenmeye gönüllü yazılır mı?
Yıllar önce Bâbıâli’de Malik Yolaç diye bir patron vardı; Allah uzun ömürler versin... Zengin armatörlerimizden olduğu halde çıkardığı gazeteyi (‘Akşam’) o sıralar Parlamento-dışı Muhalefet (PDM) ile iktidarı zayıflatmayı amaçlayan ‘sol’ bir kadroya teslim etmişti Malik Bey... Göz açtırmıyorlardı dönemin iktidarına...
Kendisi ise, aynı günlerde, devrilmek istenen Adalet Partisi hükümetinin bakanlık koltuğunda oturuyordu.
Şimdilerde önüne teyp uzatana, “Ne kadar safmışım” anlamına gelen açıklamalarla günah çıkartıyor Malik Yolaç... Bir itirafını aktarayım: “Darbeden evvel bizim Ankara büromuz neredeyse ihtilal şubesi gibiydi; bizim yazıhane de askerlerin merkezi. Sol idik, maalesef, maalesef...”
Anlattıklarından, “Demek ki, gazetenin sureta patronuymuş o” sonucunu çıkartıyorum...
Bu günler nasıl olsa geçecek de, ortam normalleşip 28 Şubat’ta (1997) olduğu üzere gerçekler ortaya döküldüğünde itibarlar ne olacak?