Birileri, ayakucuna mermi bırakıyor. Bizimki de, içinde mermi bulunan poşeti dolaştırarak basın toplantıları düzenliyor; “öz savunma” diyor, “öz korunma” diyor.
Birileri, çelenk parçalıyor.
Birileri, “dışarı” diye slogan atıyor.
Birileri, “Sizi şehit cenazelerinde görmek istemiyoruz” diye bağırıyor.
Birileri, mütemadiyen bir şeyler yapıyor. “Kan akmadan” düsturunu dilinden düşürmeyen Kemal Kılıçdaroğlu da, giderek gerilimi artırıyor ve tahrik dozu yüksek açıklamalar yapıyor.
Hazır yeri gelmişken hatırlatalım:
Daha önce üç kez tekrarlanmış “çelenk parçalama” organizasyonunun sonuncusunda bir CHP’linin imzası çıktı. Polis kıyafeti giyip şehit cenazesine katılan, “ben şehit yakınıyım” diye polisle yaka-paça kavga eden, polisin elinden kurtulur kurtulmaz üzerinde “Kemal Kılıçdaroğlu” yazılı çelenge dalıp tekme-tokat girişen Tunç Ezer isimli provokatör, bir CHP’liymiş. Son seçimlerde, sosyal medyadaki hesabında CHP’ye oy istemiş.
Soru şu:
Kılıçdaroğlu niye böyle yapıyor, niye gerilime oynuyor?
Cevap şu:
Elinden başkası gelmediği için...
Kitleleri peşinden sürükleyecek bir “siyaset” geliştirebilse, bunlara (yani kargaşaya, kaosa, teröre) tamah etmeyecek. Ama çapı bu kadarına elveriyor.
Belki de şöyle sufle almıştır: “Bilginin ve çapının elvermediği bir yarışa girip mütemadiyen kaybetmekten ve rezil olmaktansa, oyunu kural dışı alanlara taşı. Sürekli kaosa oyna... Bu kargaşadan bir iktidar çıkaramasan da, ötekini engellemiş olursun.”
Çünkü “öteki”ni (yani Erdoğan’ı) normal yollardan gönderme imkânı bulunmuyor.
Halkın önüne sandık konulduğu sürece, böyle bir şey hayal bile edilemez.
Sandık gördükçe daha da güçleniyor.
Etkisini daha da artırıyor.
Sandıktan aldığı meşruiyetle memlekette değiştirmedik şey bırakmadı.
Bu gidişle “idari yapı”yı da değiştirecek; hem “yeni bir anayasa” yapacak, hem de başkanlık sistemini getirecek.
Bu gidiş, ancak “kural dışı” oynayarak durdurulabilir.
Kemal Kılıçdaroğlu bunu yapıyor işte.
Kural dışı oynuyor.
Paşa da bunu yapmıştı... CHP’nin iki numaralı genel başkanı, Millî Şef İsmet
İnönü.
Durup dururken (ortada seçim filan yokken) “yurt gezileri” tertip etmişti. İsmini de “seferberlik” koymuştu.
Bir siyasetçi, vatandaşla buluşmasına niçin “seferberlik” gibi, savaş ve “militarizm” kokan bir isim koyar? Rakibini taarruzla imha etmeyi (yani külliyen ortadan kaldırmayı) kafasına koymuştur da, ondan mı?
Evet, ondanmış.
Bu gezilerde İsmet Paşa’ya saldırılar yapıldığı iddia edildi.
Uşak’ta taş atılmış, başı yarılmış mesela... (Bu konu henüz netlik kazanmamıştır. Haber, o dönemde genç bir muhabir olan ünlü bir şairin kaleminden çıkmıştır. Doğruluğu ispat edilememiştir. O şair şimdi Fethullah’çıların gazetesinde, içinde “havuz” ve “saray” geçen bel altı yazılar yazıyor. Haberin doğru olup olmadığını ona göre düşünün.)
Bu hadise basın tarafından çok büyütüldü ve iş “Ordu müdahale etsin” noktasına getirdi.
Derken, İsmet Paşa’nın Kayseri’de saldırıya uğradığı iddia edildi. (Kayseri’de DP’liler saldırıya uğramıştı oysa... Olayın siyasi bir boyutu yoktu ve üstelik İsmet Paşa Kayseri’ye varmadan önce olup bitmişti.)
Peşinden, Topkapı hadisesi...
Paşa’nın aracına, DP’li gençler Topkapı civarında bir taarruzda bulunmuş, Paşa tartaklanmış, filan...
Basın, bu olayı da büyüttükçe büyüttü. Arkasından, iki büyük üniversitede öğrenci nümayişleri başlatıldı.
Uzatmayalım, Paşa’nın kışkırtıcı “seferberlikleri” 60 darbesini getirdi. Bir Başbakan, iki bakan asıldı. Yüzlerce DP’li tutuklandı. “Tedbirler Kanunu” diye rezil bir kanun çıkarıldı. Darbeyi konuşmak yasaklandı. Ve binlerce DP’li siyasetten men edildi.
Kemal Bey de, aynı yolu izliyor
Halkı sokağa dökecek provokasyonlarda bulunuyor. Aşerdikçe de, “kan, kan” diye sayıklıyor.
Fakat İsmet Paşa şanslıydı, elinin altında icabında harekete geçirebileceği meşru bir silahlı güç (yani ordu) bulunuyordu.
Kılıçdaroğlu için harekete geçecek tek silahlı güç, şimdilik PKK...
Bu da onun talihsizliği!