Bugünlerde parti mi aday mı tartışması üzerinden çok laf söyleniyor. Büyükşehirlerde özellikle şöhretli isimler olmadan seçimlerin kazanılamayacağına dair bir algı oluşturulmak isteniyor. O yüzden partiler birbirinden şöhretli, unvan ve makam sahibi isimlerin peşinde.
Yerel seçimin doğası farklıdır. Kimi küçük yerlerde çok sevilip sayılan isimler bağımsız bile seçilebilirler. Veya bu isimler herhangi bir parti tabelası altında seçime girdiklerinde pekâlâ kazanabilirler. Bunlar istisnai gerçeklerdir.
Asıl gerçeklik şudur: Partilerin bizatihi kendisi seçmenlerin kahir ekseriyeti nezdinde belirleyici bir öneme sahiptir.
Hadi daha açık konuşayım. İzmir’in mevcut CHP’li belediye başkanını AK Parti aday olarak göstersin. Veya AK Parti’nin ağır toplarından birini Konya’da CHP aday olarak göstersin. Eğer İzmir’de ve Konya’da seçim sonuçları değişirse o zaman seçmenin parti yerine adayı tercih ettiği sonucuna katılırım.
Zinhar yanlış anlaşılmasın. Adayların önemi yok demiyorum. Adaylar partilerine artı oylar getirmezler demiyorum. Mevcut siyasal sistemimiz içinde hâlâ parti tercihinin çok daha öncelikli ve belirleyici olduğunu söylüyorum.
Parti tercihinin yaslandığı ideoloji ve kimlik olgusu bahsi diğerdir.
Her partinin şöhretli isimleri vardır. Ağır topları.
Anlamadığım şey şu: Bu isimler zaten partilerinin kazandığı/kazanma ihtimalinin yüksek olduğu yerlerde niye aday gösterilirler? Madem bu şöhretli isimlerle seçim kazanmak daha mümkün ise niçin başka partilerin iktidarda olduğu illerde aday gösterilmezler? Partilerinin dışında veya üstünde gerçekten bir güçleri varsa zaten partilerinin kazanacakları yerlerden değil yıllar yılıdır bir türlü kazanamadıkları yerlerden aday gösterilmeleri gerekmez mi?
Aday ve hizmet seçeneğinden ziyade birçok ilde siyasal parti tercihinin hâlâ belirleyici olduğunu unutmamamız lazım. Bakırköy, Beşiktaş, Şişli ve Kadıköy gibi yıllardır CHP’nin elinde olan belediyeler çok iyi hizmet mi üretiyorlar? Ne gezer!
Diyelim ki bu ilçelerde mevcut başkanların yerine başka isimler gösterildiğinde CHP orada seçim mi kaybeder?
Bu gerçeklik doğru analiz edilmezse kendini partisinin üstünde görenler başkaca siyasal yıkımlara sebebiyet verebilirler.
***
Biraz geçmişe uzanıp bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum.
Recep Tayyip Erdoğan Refah Parti’sinin (RP) il başkanıydı.
RP güçsüz bir partiydi. İktidardaki ANAP’la ve CHP ile mukayese edilmeyecek ölçüde güçsüz bir partiydi. Siyasal aktörleri pek medyatik değildi. Makamları ve unvanları yoktu. Ama sürekli halkın arasındaydılar. Halkın sevip saydığı ve itibar gösterdiği isimlerdi.
Önce Sultanbeyli beldesindeki belediye seçimi kazanıldı. Kazanan isim, şöhretli değildi. Sonra o tarihte CHP’nin kalesi olan Kağıthane ilçesi kazanıldı. Seçimi kazanan Arif Calban ilçe başkanıydı ve öyle ülke kamuoyunun bildiği şöhretli bir isim değildi. Ardından Bağcılar’da Feyzullah Kıyıklık, Bahçelievler’de Muzaffer Doğan, Güngören’de Yahya Baş kazandı. Bu isimlerin hiçbirisi öyle bugün anlaşıldığı anlamda şöhretli isimler değildi.
Sonra 1994’te Büyükşehir Belediyesi kazanıldı. Bu zaferin önderi Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan diğer partilerin adayları kadar şöhretli değildi. Ama halkın gönlünde taht kurmayı başarmıştı. Halk Erdoğan’da kendisini görüyordu. Seçilmesi halinde Erdoğan’ın şahsında kendisinin iktidara geleceğine inanıyordu.
O tarihlerde danışmanı sıfatıyla il teşkilatında yanında olduğum için bilenlerden biriyim. RP Genel Merkezi adaylık için Erdoğan yerine ANAP kökenli şöhretli bir ismi, Ali Coşkun’u dayatıyordu. İstanbul teşkilatının Erdoğan’ın arkasında sımsıkı durması sonucunda Erdoğan’ın adaylığına mecburen razı olundu.
O tarihte Erdoğan’ın karşısında diğer partilerin adayları o kadar şöhretliydiler ki kimse Erdoğan’a şans tanımıyordu. Ama kazanan Erdoğan oldu.
Bizi bugüne taşıyan o geçmişimizdir. O geçmişteki ruhumuzdur. Halkımızla bizi bütünleştiren o ruhu yeni bir tecrübeye dönüştürmeliyiz.
İçimizdeki Erdoğan’larla yola devam etmezsek, yolda bulduklarımız bizi hem yarı yolda bırakırlar hem de davamıza zarar verirler.