Seçim yaklaştıkça muhalefet partileri üzerinden iktidar senaryoları da tedavüle sokulmaya başlandı. Bu senaryoların tek bir başlığı var: Koalisyon.
Parlamenter sistemin -en azından Türkiye tecrübesinde- defalarca test edilip aynı felâket neticesini farklı aktörlerle üreten koalisyon mekanizması, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hafızasında yerini en canlı şekilde korumaya devam ediyor. Buna rağmen, muhalefetin tek iktidar perspektifinin bir koalisyon olması, kısır döngüye dönüşmüş parlamenter siyasi mekanizmanın tabiî neticelerinden birisi.
Parlamenter sistem, özellikle normalleşme sancılarını bitirememiş, hem kurulu düzen hem de toplumsal yapı anlamında krizleri devam eden ülkelerde ‘kaotik faza geçmenin en kolay aracına’ dönüşmüş durumda.
Ukrayna’dan İtalya’ya, Belçika’dan Yunanistan’a, son 20-25 yılda siyasi kırılganlıkların yapısal -ekonomik- krizlere, hatta toplumsal gerilim ve çatışmalara dönüşmesinin önemli sebeplerinden birisi de bu sistemik sorundur.
Türkiye mevcut sistemden kaynaklanan krizleri yarım yüzyıl boyunca en ağır şekilde tecrübe ettikten sonra AK Parti iktidarı ile normalleşme bandına oturabildi. AK Parti’nin karmaşık ve derin siyasal ve toplumsal anlamının yanında, tek başına iktidar olması da yaşanan dönüşümün ve iktidara gelişinin en önemli dinamiklerinden oldu.
Parlamenter sistemin temsil sorununu ilkel düzeyde çözdüğüne şüphe yok. Mesela son seçimlerin ardından oluşan Meclis kompozisyonuna bakıldığında, seçim barajının fiilen anlamsız hale geldiğini görmek mümkündür. Zira kullanılan oyların %95’inden fazlası Meclisteki sandalyelerde kendilerine temsil imkânı buldular. Geriye kalan %3-4 mesabesindeki coğrafi olarak dağınık ve farklı partilerde biriken oyların, seçim barajının sıfırlandığı senaryoda bile Meclise vekil gönderme imkânının zayıf olduğu düşünüldüğünde, neredeyse tam temsilin sağlandığı bile söylenebilir. Hâsılı kelam, parlamenter sistemimiz eldeki seçim mekanizmamızla temsil sorununu hakkıyla çözmüş durumdadır.
Temsil sorununun çözülmesi, parlamenter sistemin yürütme sorununu çözme kabiliyetini beraberinde getirmemektedir. ‘Yürütmeyi kimin yapacağı, kararları nihai olarak kimin alacağı’ sorularına parlamenter sistem içerisinde istikrar üreten cevaplar vermek her zaman mümkün değildir. Çünkü parlamenter sistem, seçimlerde oluşan siyasi sermayeyi harcama yetki ve sorumluluğunu doğrudan üreten bir sistem değil. Hatta bir yönüyle, seçim yapan ama seçme iradesinden ülkeyi yönetecek aktörü çıkarmak yerine, çoklu aktörlerin arz-ı endam etmesini sağlayarak bizatihi seçimin mantığını nesheden bir çelişkili yapı. Nihayetinde iktidarın belirlenmesi amacından ziyade, demokratik sürecin ilk aşamaları olan seçim ve temsil süreçlerini aşamayan bir kısır döngü üretmeye daha meyyal bir mekanizmadan bahsediyoruz.
Son 13 yılda mezkûr çelişkileri ortadan kaldıran durum ise AK Parti istisnası. Parlamenter sistem mekanizması içerisinde beklenmedik, hatta başarılması oldukça zor olanı başaran bir parti AK Parti. Ardı ardına dokuz seçimi parlamenter sistemin iktidar üretmeyi engelleyen yapısına rağmen kazanarak, hükûmetler kurmayı başardı.
2015 Seçimlerinde muhalefetin sığındığı ve güç devşirmeye çalıştığı yegâne sermaye ise parlamenter sistemin iktidarsızlık üreten yapısından ibaret. Muhalefet kısaca Türkiye’nin yönetilemediği ya da verimsizliğin had safhaya çıkacağı bir manzarada fotoğrafa girmekten ibaret olan bir seçim neticesinde kendisine yer arıyor. Bu, aynı anda bir iktidar perspektifine sahip olamamasından kaynaklandığı kadar, eski-Türkiye’de akla ziyan siyasal aktörlerin sistemin çarpıklığından kaynaklanan açıklardan iktidar bileşeni haline gelmelerinden cesaret alıyor.
Etrafımızda demokratik süreçlerin işlediği birçok ülke, iktidar krizlerinin önüne geçmek için, ilan edilmemiş idari sistem değişikliğini ‘iktidar promosyonları’ üzerinden değiştirerek hayata geçirdiler.Türkiye’nin ise önümüzdeki dönemde en önemli ödevlerinden birisi, cari sisteme adam akıllı bir müdahale yapmasını icbar ediyor oluşu. Aksi takdirde iktidar üretmemek, dolayısıyla vesayeti güçlendirmek üzere kodlanmış bu sistemle daha fazla yol alması çok zor olacaktır. Bu manzaraya cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olmasını da ekleyince, yaşamakta olduğumuz sistemik sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir.