Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan çekincelerin kaldırılmasının Kürt sorununda çözümü kolaylaştıracağını savunanlardanım.
Büyükşehir yasası ve uygulamalar, önemli bir deneyim olacak diye düşünüyorduk.
De-santralizasyon politikalarını kolaylaştıran çok önemli reformlar yapıldı.
Ama Mardin’de gördüğüm manzara tam bir hayal kırıklığı..
De-santralizasyon politikaları kağıt üstünde iyi, ama gerçek hayatta bu politikaları mümkün kılacak bir siyasi kültür oluşmamışsa, her şey tam tersi sonuç verebiliyor.
Merkezin iktidar alanı daralıyor, ama bu alanı bu defa başka bir iktidar alanı dolduruyor.
Halk yine ortada ve yine çaresiz.. Hatta devleti arar hale geliyor.
Çünkü yeni iktidar alanının sahipleri, kurdukları de-fakto siyasi sistemi, yani bir çeşit alternatif devlet yapılanmasını, devletin sağladığı bütçe sayesinde yaşatıyor ve büyütüyor.
Büyük şehir statüsü, öyle partizanca kullanılıyor ki, büyükşehir belediyesinin görev alanı içine giren parke taşı bile, vatandaştan oy isterken adeta bir silaha dönüşmüş.
Belediye başkanının köy ziyaretinden önce parkeler köy meydanına boşaltılıyor, gittiğimiz hemen birçok köyde bu manzarayla karşılaşıyoruz.. Sonra Başkan geliyor köye. Selamlaşma faslından sonra, köylüler parke taşının döşenmesi için talepte bulunuyor. Başkan köylüleri kırmıyor tabi, hay hay başım gözüm üstüne deyip ayrılıyor köyden.. Buraya kadar her şey normal. Ekipler geliyor, parke taşı döşenecek alanı kazıyor, tıraşlıyor. Ortalık bir anda toz duman oluyor. Ama ya sonrası? Sonrasında bir başka ekip giriyor köye ve siyasi şantaj başlıyor:
‘Oy verirseniz, vereceğinizi garanti ederseniz parke taşınızı döşeriz!’
***
Dün gittiğim bir Mıhallemi köyünde kazılmış ama tamamlanmamış bir alanı gördüm. Köylüler belediyeden gelenlerle pazarlığa yanaşmamışlar. Hatta ‘burayı altınla kaplasanız dahi, size oy vermeyeceğiz, AK Partiliyiz ve oyumuz AK Parti’ye gidecek’ demişler..
Belediye kazdığı alanı öylece bırakmış..
Kürtler’in yaşadığı ama AK Parti’ye oy veren köylerde de durum bu. Büyükşehir statüsüne göre, köyler artık birer mahalle.. Aradan bir yıl geçmiş, bu mahallelere henüz bir tek çöp bidonu dahi konulmamış. Dün ziyaret ettiğimiz bir köyde, vatandaşlar, çocuk bezlerini toplayıp Midyat’a götürdüklerini söylediler..
Büyükşehir yasası mağduriyetleri derinleştirmekten, başka bir işe yaramamış. Parke taşları köy meydanlarında öylece duruyor. Bu köylerde, HDP’ye istediği oranda oy çıkarsa döşenecek.. Parke taşının dahi bir silaha, bir şantaja dönüştüğü bir seçim yaşıyoruz.
Bununla kalınsa iyi. Gece de köyleri silahlı gruplar ziyaret ediyor. AK Partililerin ziyaret ettiği köylerde, bu ziyaretlerin hesabı soruluyor.
Parke taşı ve keleşnikof arasında sıkışıp kalmış bir halk..
En normal ve hak edilmiş bir hizmet dahi, oy karşılığında ancak gündeme gelebiliyor.
Ver oyunu al parke taşını!
Sonra da mitinglerde eş başkan Selahattin Demirtaş çıkıyor, Kürtler’in iç barışından söz ediyor. KCK’nın veya PKK’nın kurduğu sistem seçim çalışmalarından bu yana, şimdiye kadar üç kişinin canını aldı. İç barışa davet etmek iyi fikir, güzel fikir, ama silahlı bir örgütlenmenin garantisi altında savunuyorsanız bu fikri, hiçbir faydası yok. Kürtler’in iç barışı, silah bırakmaktan geçiyor. İki HÜDA-PAR’lı ve AK Partiye oy veren bir köy muhtarı öldürüldü.
Mahallerin girişine, ‘HDP’den başka partilerin girmesi tehlikeli ve yasaktır’ pankartları asmak, Kürtler’in iç barışına ne kadar hizmet ediyor acaba?
Türkiye, seçim sonrasında rehavete kapılmadan, çözüm süreci bağlamında her şeyi ama her şeyi yeniden düşünmek ve son üç yılın muhasebesini yaparak yepyeni bir strateji inşa etmek zorunda. Bu strateji ‘insan/halk odaklı’, vatandaşın güvenliğini garantiye alan ve demokratik zemine helal getirmeyecek bir strateji olmalıdır. Halkın, devam etmesini canı gönülden arzu ettiği çözüm süreci bağlamında, beklediği yegane şey yeni politikaların hayata geçirilmesidir.