Gare du Norde’ta işlenen üçlü cinayeti araştıran Paris Emniyeti’nden dedektifler, hemşehrileri Gaston Leroux’un Agatha Christie dahil bütün polisiye yazarlarını kıskandıran ‘Sarı Odanın Esrarı’ romanını herhalde okumuşlardır. İlk baskısı 1908’de yapılan ve ‘kilitli oda cinayeti’ diye bilinen türün en ilgi çekici örneği olan roman son cinayeti çözmek için ipuçları taşıyor çünkü...
Tek bir kapısı dışında binayla başka bağlantısı bulunmayan içeriden kilitli bir odada genç bir kadın ölümcül halde bulunur romanda... Ancak kapısını kırarak odaya girebilen polisler fâili içeride bulamazlar. Genç kadını kim, nasıl yaralamıştır?
Fâil daha sonra birini öldürdüğü için cinayetten aranmaktadır.
Romanda gizemli olayları polis değil, Joseph Rouletabille adlı henüz meslek hayatının başlarında gencecik bir gazeteci çözer...
Uzun yıllar önce olağanüstü etkilendiğim ‘Sarı Odanın Esrarı’ romanını geçenlerde yeniden okudum. Bedava versiyonunuAmazon’dan iPad’ime indirerek... Hem yazarına, hem de onun hayal dünyasının eseri kahramanın düşünce tarzına bir daha hayran kaldım...
‘Kim, nasıl?’ sorularına cevap vermeyeyim, romanı siz de Türkçesindenokuyun... Şu kadarını söyleyeyim: Sûreté’nin eldeki verilere ve görünene bakarak çaresiz kalakaldığı esrarengiz olayı, genç gazeteci, her aşamada “Acaba?” sorusuna cevap arayarak ve sunulan kabulleri kabul etmeyerek çözebilmişti.
Paris’te önceki akşam ne olduğunu hatırlayalım: Yakınlarından biri, ‘Kürdistan Enformasyon Merkezi’nde çalışan genç bir kadının beklendiği saatte eve gelmemesinden kuşkuya düşüp işyerine gidiyor... Şifreli dış kapıyı kapalı buluyor... Zile basıyor, cevap alamıyor... Ne yapsın, eve dönüp bekliyor... Gece geç vakte kadar gelmeyince kuşkulanıp yeniden binaya gidiyor... Kapıdan kan sızdığını fark edince polise haber veriyor...
Binaya girebilmek için dış kapıdaki dijital kilidin şifresini bilmek veya içeridekilere geldiğini belli edip kapıyı açmalarını istemek gerekiyor... Dış kapı açılıp girildiğinde de sorun bitmiyor; her katın girişinde de kilitler var... Paris polisinin verdiği bilgiye göre, üç kadının bulunduğu katın kapısı kilitliymiş; onlardan aldığı bilgiyi nakleden Türkiye’nin Paris büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu “Cinayeti işleyen kapıyı kilitleyip gitmiş” açıklamasını yaptı.
Dün bu yazıya oturduğum âna kadar olayla ilgili bilinenler bu kadardı.
Olayda hayatını kaybeden kadınların üçü de PKK ile irtibatlı. Biri (Sakine Cansız) PKK’yı kuran dört kişiden biriymiş; 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde işkencelere mâruz kalmış. Hapisten çıktıktan sonra Almanya’ya gidip uzun yıllar orada PKK adına çalışmış. Fransa’ya geçişi şu yakınlardaymış. En gençleri Leyla Söylemez o binadaki örgüt ofisinde çalışıyormuş... Cumhurbaşkanı Hollande’ın tanıdığı Fidan Doğan ise Brüksel’deki Kürdistan Ulusal Kongresi’nin Paris temsilcisiymiş...
Gazetelerden derlediğim bu ayrıntılar olayda hayatını kaybeden üç kişinin kimliklerine ışık tutuyor...
Kim, neden öldürmüş olabilir PKK’yla ilişkileri bu denli açık olan üç kadını? Şu zamanda?
Yazdığım gerçek bir olay değil de bir roman olsaydı çok basit bir kurguya başvurur, son gelişmelerden duydukları hayal kırıklığına bağlı ‘toplu intihar’ trükünü tercih ederdim. Ancak hayatın gerçekleri sanal dünyadan çok farklı, o sebeple böyle bir kolaylığa sapmak zor. Romanda, genç gazeteci Rouletabille, ilk bakışta görünmeyen pek çok ayrıntıyı teker teker keşfederek sonuca ulaşır; ama kâtilin kimliği ve olayın gizemi sebebiyle suçlunun kaçmasına izin verir...
Şaşırdınız mı? Gerçeklerin dünyasında da bazen suçluları bulup kulaklarından tutarak adalete teslim etmektense sis perdesinin olayın üzerinde kalmasına izin verilebiliyor...
Her tarafın bir merkezden izlenen kameralarla donatılmış olduğu, yüzleri tanıyan bilgisayar programıyla içeri giren/ler/in derhal tespit edilebileceği günümüzde Fransızlar ne yapar dersiniz?
‘Sarı Odanın Esrarı’ romanının trükleri tekerrür etmez, umarım.