Konu, Irak ve Suriye’den açıldığında, “geleneksel çizgide”, her iki ülkenin de toprak bütünlüğünden söz edebiliriz, ama, gerçeklerle yüzleşmekten kaçınamayız.
Karşımızdaki gerçek, George W.Bush yönetiminin Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz’in çizdikleri rotada yürüyen bir süreçle karşılaştığımızdır.
Birbirinden çok farklı görünen Obama-Trump yönetimleri hattında değişmeyen bir plandan söz ediyoruz: Amerika, Irak ve Suriye’yi parçalıyor!..
Sonradan kendilerinin de kabul ettiği “yalan üzerine şekillenmiş” Irak işgaline başlarken, Amerikan “derin devleti”nin planı buydu, dikkat edin, Demokrat Obama’dan Beyazsaray’ı devralan Trump, bi’tek Irak-Suriye ekibini değiştirmedi, McGurk denilen zat hala işin başında...
Generallerin planı...
Belli ki, Amerikan “derin devleti”, Obama döneminde zaaf yaşadığına inandığı bu planın hızlandırılması kararında. Trump yönetiminin üç önemli noktasına, üç generalin getirilmiş olması bir tesadüf olarak kabul edilebilir mi? Ününü, Irak’ın Sünni direniş merkezi Felluce’yi yerle bir ederek ve “Kuduz Köpek” lakabını alarak yükselten Jim Mattis, Savunma Bakanı. Beyazsaray Direktörü John Kelly ve Beyazsaray Ulusal Güvenlik Başdanışması Herbert Raymond McMaster Trump’ın diğer önemli generalleri!..
Bu üçlü, Obama yönetiminin pek cesaret edemediği bir işi yaptı, gözümüzün içine bakarak, Suriye’deki PKK-YPG’ye 1.219 TIR dolusu silah sevk etti, sevkiyat belli ki sürecek, Irak’taki Musul ve Telafer operasyonlarında ise, İran’ın Şii milisleri Haşdi Şabi ile aynı masada buluştu!..
Barzani’nin, gelen bu kadar baskıya karşın “bağımsızlık referandumundaki” ısrarı nereden kaynaklanıyor sanıyorsunuz, Benjamin Netanyahu’nun açık desteği zaten, Amerika’dan gelen “yürü, kim tutar seni” mesajından başka bi’şey değildir.
ABD ve İsrail, iki ülkeyi parçalamakta, bu kaostan kendilerine bağlı bir Kürdistan oluşturmakta kararlı görünüyorlar.
Doğal kaynaklara el konuldu...
Musul-Kerkük petrol yatakları üzerinde şu anda, ExxonMobil’in liderliğinde irili-ufaklı yaklaşık 65 Amerikan petrol şirketi çalışıyor, aynı konsorsiyum, Suriye petrolünün yüzde 80’ini oluşturan toprakları da PKK-YPG’ye vermekte kararlı. Yine bir soru: Bütün bu planlama çerçevesinde ExxonMobil eski CEO’su Rex Tillerson’un ABD Dışişleri Bakanı olması bir tesadüf mü, hayır.
Amerika’nın herkesten önce davranıp el koymaya çalıştığı Dayr ez-Zor ve Irak’ın Anbar bölgesindeki, dünya toplam rezervinin yüzde onunu oluşturan fosfat yatakları ise, küresel gübre devi Koch Fertilizer Inc.’in iştahını kabartıyor.
Amerika’nın İdlib’i zorlayarak “terör koridorunu” Akdeniz’e uzatmaya çalışmasının da ana nedeni bu, “Türkiye’siz çözümlerin” peşindeler, Suriye’de kurmaya çalıştıkları “terör devletine” petrol/fosfat zenginliklerinden ne kadar pay vereceklerini bile karara bağlamış durumdalar.
Belli ki, Amerika, Rusya’nın Suriye müdahalesiyle elde ettiği stratejik üstünlüğü geçici kılmakta, Suriye’nin Nusayri bölgesindeki Rus-İran varlığını da “taktik niteliğe” indirmekte kararlı görünüyor. Zaten, ülkenin İsrail-Ürdün sınırı İran’a kapanmış durumda...
Önce Pakistan, sonra Türkiye...
Trump yönetiminin, geçtiğimiz Pazartesi Afganistan savaşını alevlendirme kararı alırken, şu anda bizdeki 17-25 Aralık benzeri bir darbeyle karşılaşmış Pakistan’ı da tehdit etmesi, Amerika’nın “Müslüman büyük güçleri parçalama” planının yüksek olasılık önce Pakistan’da devam edeceğini, sonra da Türkiye’yi hedef alacağını işaret ediyor. Bu, bir sürpriz değil, çünkü zaten 1982 Yinon Planı’ndan bu yana İsrail’in talebi bu. Güçlenen Hindistan-İsrail stratejik ittifakı da nükleer silaha sahip tek Müslüman ülke olarak Pakistan’ın açık hedef haline geldiğini gösteriyor. Bir “domino teorisi” ile karşı karşıyayız, Irak-Suriye düştü, Pakistan-Türkiye kuşkusuz bu kadar kolay lokma olmayacaktır.
Pekiyi, ne yapmalıyız?
1- Fırat Kalkanı harekat bölgesi, Münbiç’i kapsayacak şekilde genişlemeli, PKK-YPG unsurları, kesin olarak Fırat’ın doğusuna itilmeli, 2- Gelişmelerden rahatsız Rusya-İran ile taktik işbirliği geliştirilerek İdlib güvenliği TSK tarafından sağlanmalı, 3- Tel Rifat ÖSO tarafından temizlenerek Afrin’deki PKK varlığı hareketsiz bırakılmalı.
Bu planın “Akdeniz’e çıkış” safhasına engel olmak zorundayız.
Ankara’nın “beka sorunu” teşhisi doğrudur. Irak ve Suriye’nin “toprak bütünlüğünü” tek başımıza sağlamamız mümkün değil, oyunu gördüğümüze göre, “karşı hamleyi” sağlam yapmak durumundayız.