Nobel Barış Ödülü’nün Avrupa Birliği’ne verilmesi bir mesaj, ama mesaj ‘olumlu mesaj’ değil: İmdat mesajı. Nobel komitesi AB’de dağılma riskini fark etmiş: Dağılmayı önlemek, ve kamuoyu yaratmak için ödülü AB’ye verdi. Karar Avrupa’yı bile şaşırttı. Ödül haberine, Yunanlıların tepkisi ‘Bizle alay ediliyor’ şeklindeydi. İspanyollar’dan da benzer tepki geldi. Avrupa’nın ekonomik krizle boğuşan güneyi, bu ödülün trajik bir şaka olduğuna inanıyor. Zaten ödülün amacı da Güney ile Kuzey arasında başlayan kopuşu önlemek.
Ödülü veren komitenin Norveçliler’den oluşması ve Norveç’in AB’ye girmeyi referandumla reddetmiş olması, traji-komik durumu yeterince anlatıyor. Ama komitenin telaşı şu: “Bu ödülün verdiği mesaj, Avrupa’nın kazanımlarını koruması ve kıtanın yeniden dağılmaması. Çünkü AB dağılırsa aşırı akımlar ve aşırı milliyetçilik doğar.”
Kazanımların korunması güzel bir mesaj, ama bu ekonomik krizde kimin nerede korunacağı artık insafa kalmış. AB’nin Avrupa içinde savaşı önlediği, kuşkucuların deyişiyle: Almanya’nın 3. kez Fransa’yı işgal ihtimalini ortadan kaldırdığı doğru. Ancak Avrupa’da barış sağlandıysa bunda NATO’nun katkısını görmemek, nasıl açıklanacak? İşin kötüsü, Nobel Barış ödülü’nün dış barışa belki katkısı var da, iç barışa çaresi yok. AB’de asıl iç barış bozuluyor.
Euro Bölgesi’nin ekonomik krizi, AB’nin siyasi ve sosyal yapısını zorlamaya başladı. Ekonomik kriz iç barışı tehdit ediyor. Sokaklardaki gösteriler, çatışmalar, grevler ve iç siyasi tıkanmalar, tırmanışın aynası. Nedeni: Ekonomik kriz. Parasız bir Avrupa Birliği nasıl olacak? Refah olmadan ‘Birlik’ nasıl sürecek, ibretle izleyeceğiz.
Ekonomik krizden nasıl çıkılacağı konusunda Avrupa demokrasilerine yüzde 100 anti-demokratik kriz reçeteleri dayatılmış durumda. Frankfurt’daki Avrupa Merkez Bankası, Brüksel’deki Komisyon, aralarına IMF yi de alıp, hükümetlere ‘şunu yap, bunu yap’ diyor... Hükümetlerin itiraz hakkı? Yok... Başka çıkış yolu var mı? O da yok. Avrupa krizine bu yapıda ‘siyasi’ ya da ‘demokratik’ bir çıkış ya da çözüm yok.
‘Şunu yap’ dedikleri: Borcun azaltılması için kemer sıkmak... Bu da on yıllar sürecek bir işkence. Ekonomi dayansa bile sosyal yapı dayanmaz. Borçlular ‘Dediklerinizi yapmıyoruz’ deseler, borcun üzerine yatmış, eurodan da çıkmış olacaklar. O zaman sosyal yapı tam birbirine geçecek.
Çare olarak gösterilen ‘daha da bütünleşme’ ve ülkelerin maliyelerinin birleştirilmesi formülünün de demokratik olmayacağı belli. Borca batmış olanla olmayanı nasıl birleştireceksiniz? Almanya seçmenine kimse anlatmıyor: Yunanistan’a fidyeyi verirsek maliyetimiz şu... Fidyeyi vermez batırırsak, maliyetimiz bu. İkisinde de maliyet var.
AB üyeleri bu borcu demokratik yollardan inşa ettiler. Parayı hem savurup, hem de seçmene rüşvet olarak dağıttılar. Seçmen de bu rüşvetle oy verdi. Şimdi borcun ödenme zamanı geldi, seçmen ‘para ne oldu, bize bir faydası olmadı’ diye ayaklanıyor... İspanya’da ayaklanan seçmen Zapatero’yu yolladı Rajoy’u seçti, durumda değişiklik yok. Fransa’da yönetim değişti, durum aynı. Yunanistan’da hesapta -demokratik- hükümet değişikliği oldu. İtalya’da atanmış-teknokrat başbakan var... Üstelik krizin tetiklediği ayrılıkçı akımlar var. Barcelona ve diğer bölgelerin Madrid’den, İskoçya’nın da Londra’dan ayrılma çabaları halen sürüyor. Neyse ki, İskoçya ayrılsa bile AB’de kalacakmış. Yüreklere su serpilmiş olmalı.
Avrupa ekonomik krizinin başlangıcında uzak ihtimal olan iç kaos ve sosyal kargaşa, artık yakın risk. Zaten o yüzden bir telaş Nobel veriyorlar... Her durumda dış barış iyi-güzel, ama para olmayınca iç barış güme gidiyor. Birliktelikler ‘iyi günde ve kötü günde’ diye başlar. AB’ nin birlikteliğini hep iyi günde gördük. Kötü günde ne olacağını daha onlar da bilmiyor.
twitter.com/selimatalayny