Geçenlerde cemaate yakın bir akademisyen, paralel yapının tartışıldığı bir televizyon programında, bu yapının, insanların vaktiyle kendini devletin hışmından korunmak için devletin kurumlarında önemli yerlere gelme arzusuyla açıklanabileceğini söyleyince, kendimi bu fikre yakın buldum. Bu dostumuz, İslamcı aydın ve düşünürlerin, Saidi Nursi gibi mütefekkirlerin başına gelenleri hatırlattı. İslamcılar yaşadıklarına bakmışlar ve devletten uzak durmak yerine, devlete ve kurumlarına yakın durmanın, mümkünse bu kurumlarda etkin bir yere gelmenin, onları devletin hışmından koruyabileceğine inanmışlar..
Bu fikir bana yabana atılacak gibi görünmüyor.. İslamcılar böyle düşünmüş ve devlete yakınlaşmış olabilirler. Ama devletin eli de armut toplamıyordu elbette. Körle yatan şaşı kalkar misali, ‘devletin siyasi mühendisliği’ bir harekete bulaşmışsa veya bir hareket her nasılsa kendini bu siyasi mühendislik alanında bulmuşsa, olabilecekleri anlamamızı, bugün yaşadığımız hadiselerden daha iyi anlatabilecek ne olabilir ki.. Devletin, ‘Ancak ben yönetirsem kendimi korumuş olurum’ dediğin kurumlarına girersin, böylece elini kaptırırsın, ama kolunu kurtaramazsın.
Hele zamanla güçlenip, uluslararası sulara da açılmışsan, artık karşında bir devlet değil, birçok devlet var demektir.
Belli bir güce ulaşmış hareketlerin, kendilerine uzanan devlet elini, ellerinin tersiyle itmeleri, belli bir saatten sonra, ‘bağımsızlıklarını’ korumaları mümkün olmaz.
Bu gibi vahim konuların devlet katında, havale edildiği merci ise herkesin bildiği gibi devletlerin resmi parlamentosu değil, ‘derin devlet’ müessesesidir.
Ve bir devletin resmi politikalarının okunması yoluyla, derinlerdeki bu ilişkileri anlamak mümkün değildir. Cemaatin devletin kurumları içindeki faaliyetleri veya ‘kurum içinde kurumlaşma’ çabası, muhtemelen çok ama çok önceleri biliniyordu. Devletin bekasından birinci derecede kendini sorumlu sayanlar, bilinen bu duruma, rıza göstermiş ama, herhalde meseleyi, devlet lehine konsolide etmek en hayırlısı olur diye düşünmüş olmalılar. Devletin başını belaya sokan, soğuk savaş yıllarının komünizm cereyanı, Kürt ve Alevi meselesi, İslamcılar meselesi gibi konularda, konjonktür neyi gerektiriyorsa, muhtemelen, devletin, bu yapılardan yararlanmayı amaçlayan bir hareket stratejisi de olmuştur.
Şu kadarını hatırlamak yeterli olur sanırım:
Ergenekon’un, henüz tamamlanmamış ve birçok safhası yazılmamış bir derin devlet tarihi olarak da okunmaya çok müsait gerekçeli kararına göre, Derin Devletin ‘icra organı’ olarak çalışmış bir ‘kurum’ olan JİTEM ve PKK’yle mücadele için düşünülmüş Hizbullah aynı kişi tarafından kurulmuş.
***
Geldik bugünlere..
Paralel yapının tasfiyesi için düğmeye basılmış gibi görünüyor.
Paralel yapının tasfiyesi, KCK operasyonlarını akla getiriyor. O operasyonlarda yer alanlara ve o operasyonlar için hükümeti ikna ettiği sanılan emniyet mensuplarına yönelik bir tasfiye süreci, tayinlerle ve yer değiştirmelerle zaten sürüyordu. İşe bakın ki, KCK/PKK’yı tasfiye etmeye çalışanlar, tasfiye edilecek.
İtham edildikleri suçlar, casusluk, devletin bilgilerini ele geçirmek ve ihanet..
Konuyu çokça tartışacağımız belli. Tartışırken sözü KCK’ya getirenler de var. Ama KCK devlet içinde bir paralel yapı değil, devlete alternatif bir siyasi yapılanmadır. KCK’yı BDP’den, ayırmak mümkün olmadığı için ve aslına bakarsanız, siyasi alanın genişlemesiyle, KCK/BDP arasındaki duvarlar yıkıldığı için, KCK operasyonları kamuoyunda çok eleştiri toplamıştı.
Operasyonların yürütüldüğü dönemde, muhtemeldir ki, güvenlik birimlerinde etkili olan birileri, KCK operasyonlarını hükümete olmazsa olmaz operasyonlar olarak sundu. Oysa bu operasyonlar hükümetin Kürt politikasının güçlenmesine değil zayıflamasına yol açtı.
Dahası bu operasyonlarla, PKK’nın da tasfiye edileceğine inanılıyordu, ki bunun mümkün olmadığı ortadadır. KCK, temsil iddiasında olduğu belli bir halk kesimi adına,’ alternatif devlet’ olmak isteyen bir siyasi yapıdır. Silahı var, şiddete başvuruyor, mahkemesi ve anayasası var. Bu anayasaya göre Kürtler KCK’nın doğal yurttaşlarıdır. Paralel yapıda olan, fakat KCK’da olmayan bir husus var ki o da şudur: KCK, devletin kurumlarını ele geçirmek için bir faaliyet yürütmüyor. Bu zaten, Kürtler’in içinde olduğu bir illegal yapı için imkansızın da ötesinde bir şey.
Türk-İslam sentezi, hem Kürt aydınlarına, hem siyasetçilere kapalı bir alan olduğu için, insanın Kürt kimliğiyle-dikkat edin Kürt siyasi kimliği demiyorum- devletin kurumlarına gelmesi, ne bileyim Danıştay, Yargıtay başkanı, Diyarbakır Emniyet Müdürü filan olması imkansızdı.
Türk ve Müslüman olmak, devletin kurumlarında yükselmenin ve makbul vatandaş olmanın bir ölçüsüydü. Paralel yapı dediğimiz olgunun sebeplerini, ‘makbul vatandaş’ olanların devletin kurumlarında kullanabildiği fırsatlarda ve olanaklarda aramak gerekir.
Bu olanak ve fırsatların sonuna geldik. Türkiye normalleşiyor. Ama bu normalleşmeyi cemaatin umumi bir tasfiyesi olarak anlamak çok tehlikeli bir şey. Konuya devam edeceğim.
KINAMA: CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıyı kınıyor, başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere bütün CHP camiasına geçmiş olsun diyorum.