Hükümetin “Yeni Türkiye’yi inşa” misyonunun bir boyutunun “Paralel yapı ile mücadele” olarak belirlenmesi, tarihin garip bir cilvesidir. Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak, Ahmet DavutoğluBaşbakan olarak, Hükümetin bu misyonunun altını kalın çizgilerle çiziyorlar. Öyle ki Davutoğlu isminin Başbakan olarak belirlenmesinde “birikimi” yanında “Paralele karşı tavrının net olması”nın etkili olduğu ifade ediliyor.
Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu dediğiniz isimler, hemen tüm misyonlarını “Hakka ve halka hizmet” olarak niteleyen, bugüne kadarki hayatları hep böyle bir “dava” ekseninde yaşanmış olan insanlar.
Davutoğlu açıkça “Localar, cuntalar, paralel yapı” dedi ve bunları Türkiye’de “millet iradesi üzerinde vesayet kurmak isteyen oluşumlar” olarak niteledi.
Belli ki bu kadro hükümet oldukça böyle bir hassasiyet sürecek.
Buna karşılık Camia, sanki böyle bir yapı yokmuş da, Hükümeti oluşturan kadrolar “paranoya”ya sürüklenmiş, oradan kin ve nefret üretiyorlar, tavrı içinde. En tepeden camia medyasının hemen tüm diline ulaşacak ölçüde bu dil kullanılıyor. En tepe, “Hoca” hüviyetiyle, “Bizde böyle bir şey varsa” diyerek en ağır yeminleri ediyor, en ağır mülaanelere, mübahalelere imza atıyor. “Karıların boş olması”, yok bilmem cehennemin dibine gitmek, evlere ateş düşmesi, yedi sülalenin belaya sürüklenmesi vs.
Bir kere gerçekten “En tepe”nin o bir yığın mülaane, beddua, yemin, ne derseniz deyin, yüklü konuşmalarını dinledikçe, içindeki öfkenin dışa vurumuna bakıp hayrete düşüyorum. O görüntüler hoşgörü vs barındırmıyor.
Ben şaşırıyorum, farkında olmamaları mümkün değil, ama ortaya koydukları tüm medya dili adeta o “paralel yapı”nın varlığını ortaya koyuyor.
Hükümetin “Paralel mensubiyeti” sebebiyle el uzattığı yerin sesi anında Camia medyasına feveran olarak yansıyorsa, o feveran bu ülkede herhangi bir insanın hukukunun çiğnendiği ve medyanın buna tepki gösterdiği gibi algılanmıyor. Aksine, Hükümet bir odağın ayağına bastı ve o odak bağırıyor, diye okunuyor. Neden, çünkü o odak, mesela Hanefi Avcı, yok bilmem Devrimci Karargah davası gibi, neredeyse kanlı-bıçaklı olduğu bir kadro ile aynı suçtan yıllarca içeride yattığında, hak falan arama gibi bir tavrın içine girmemek bir yana, sesini “ip çekme” yönünde kullanmış. Niye, çünkü Hanefi Avcı“Paralel yapı”nın farkına varmış ve bunu bir kitapla ifşa etmiş. İpi çekileceeek, çek! Emniyet, yargı, dosya, dosya, dosya ve gir kodese...
Emniyet’te adamlarınız var mı, var. “En tepe”den “Onların bir tanesini tanıyorsam...” diye başlayıp “Karılar boş olsun” diye biten mübaheleler yapılsa bile, orada adamlarınız var. Yargıda adamlarınız var mı? Orada özel kadrolaşılmış mı? Yok mu? HSYK’da olanlar ne?
Şimdi, eğer işin şartlanma faslında “Biz Hak isek bizimle ilgili tüm değerlendirmeler buna göre yapılır ve Hak ile uyum göstermeyen her şey batıldır, bizim ‘Hizmet adına’ diye nitelediğimiz her şey de meşrudur” gibi bir zihniyet varsa, bunun içinden çıkmak mümkün değildir.
Evet, devlette kadrolaşma, Camia’nın ana yönelişlerinden biri idi. Ve bu yöneliş, devletin halka karşı en ceberut rollerde bulunduğu, vatandaşın, özellikle dindar insanların kendilerine nefes aldıracak bir“devlet görevlisi” aradığı dönemde, özenilen, teşvik gören, desteklenen bir şeydi.
Ak Parti hükümetleri, devlet kadrolarını bu anlamda yenilerken, Camia mensuplarını da istihdam etti. Ama iş benim “Grup nefsi” dediğim, Hükümetin “Paralel yapı” diye nitelediği, başka toplum kesimlerine karşı ceberut devletin yeniden üretilmesi gibi bir boyut kazanınca, her çevreden sesler yükselmeye başladı. Ve bir gün bu yapı, Hükümetle, Başbakan’la savaş noktasına geldi.
Hükümet de yapıyı ve savaşı gördü.
Yapı var. Gözü olan herkes o yapının farkında. Hükümet “Böyle bir yapıya izin vermem” diyor, şu an o yapıdan rahatsız olmayanlar ise sadece “Hükümetle verdikleri savaş” sebebiyle “kullanım değeri”ne göre hareket ediyorlar.
En başta, taaa Bugün’deki yazılarımda söyledim, böyle bir yapı hiçbir ülkede ve hiçbir yönetimde kabul edilemez. Bundan sonra Camia hep gözaltında olacaktır.
Farzı muhal Hükümeti devirseniz, Tayyip Erdoğan’a diz çöktürseniz, bu sadece bu yapının tehlike boyutunun büyüklüğünü algılamaya zemin hazırlar.
En tepe ve etrafı, yanlış gidiyorsunuz. Tabanın saf dünyası bunu hak etmiyor.
O saf dünyanın bir sembol ismi de Hüseyin Gülerce idi, bakın o da koptu. Ne diyeceksiniz, bir milyona mı gitti, iradesi mi çözüldü, ne oldu, “Hayatımın sen 25 yılının şerefi Hocaefendi’yi tanımaktır” diyenHüseyin Gülerce’ye? Ah biraz, şu “Boş ol” seanslarından ve mülaanelerden fırsat bulup nefis muhasebesi yapsanız...