Suudi Arabistan vatandaşı Cemal Kaşıkçı hadisesinin geldiği aşamada Trump yönetiminin Suud yönetiminin önüne yeni bir fatura koyduğuna dair epey bir yakıştırma yapıldı. ‘Acaba ABD Kaşıkçı cinayeti meselesine karşılık ne kadar para kaldırdı’ türü laflar belki biraz hafif ve yakışıksız gelebilir. Ama bu tür yorumlara sebep olan Trump’ın bizatihi kendi tavırlarıdır.
Hatırlanırsa Başkan Trump Suudi Arabistan Kralına hitaben kısaca ‘seni severiz ama koruma bedelini öde’ anlamına gelen bir çıkışta bulunmuştu. Dostluğu paraya endeksleyen bu çıkış sonrasında doğal olarak Kaşıkçı olayı da paraya tahvil edilerek yorumlanıyor.
Ayrıca son birkaç yıldır ABD’nin Körfez ülkeleriyle nasıl bir ilişki içinde olduğu da biliniyor. Tehdit, şantaj veya haraç kokan bir ilişkiden bahsediyoruz.
Doğrusu asıl rahatsızlık veren, ABD yönetiminin tavrının, tarz ve üslubunun ne kadar sakil olduğu değil. Kimi Arap ülkelerinin böyle bir ilişkiyi sineye çeken ve parayı her şeyin merkezine koyan tavırları…
Milyar dolarların havada uçuştuğu, lüks ve sefahat söylentilerinin veya karanlık ilişki dedikodularının ayyuka çıktığı bir manzara hiç hoş görünmüyor.
Uluslararası ilişkilerinde ülkelerin menfaatleri elbette belirleyici olabilir ve ‘çıkar’ kavramı diplomasinin bir parçası olarak görülebilir. Ama ülke çıkarıyla hareket etmek ile her şeyi para üzerinden çekip çevirmek farklı şeylerdir.
Cemal Kaşıkçı hadisesinde batılı toplumlardan çok bölge ülkelerinden ses yükselmeliydi.
İslam’ın temel kavramlarının başında ‘barış ve güven’ gelir. Hak, hukuk ve özgürlük ise dini alanın başladığı noktadır. Sevgililer sevgilisi Peygamber efendimizin Nübüvvetten önce bile en temel vasfı ‘emin olması’ydı. İslam dünyasının bu tür hadiseler karşısında sergileyeceği ahlaki duruş bu felsefeye uygun olmalıdır.
Hatırlanacağı üzere eski Türkiye’de işkence konusu ele alınırken iki husus vurgulanırdı. Birincisi insanlık onuru, ikincisi devletin saygınlığı. Kamu alanları devletin namusudur. Buraya güvenerek gelen kişi, haksızlık ve hukuksuzluğa uğramayacağını düşünür. Kamu alanında vatandaşa yapılan her türlü hukuksuz muamele öncelikle devletin güvenilirliğine kastetmektir. Hamdolsun AK Parti iktidarından sonra Türkiye bu tür tabloları çok geride bırakmıştır.
Bir ülke konsolosluğu aynı şekilde hem ülkenin onuru ve namusu açısından hem de vatandaşların insanlık onuru açısından ‘güvenilir olma’ vasfını yitirmemelidir.
Eğer bir ülkede bırakın yargısız infazları, faili meçhulleri, adam kaçırmaları, insanların durumunun ne olduğu, nerede oldukları dahi sorulamıyorsa, orada insani değerler büyük bir erozyona uğramış demektir.
Türkiye hangi ülkenin vatandaşı olursa olsun Kaşıkçı’ya insan olduğu için değer vermekte ve onun hukukunu korumayı insaniyet görevi bilmektedir. Bu Türkiye’nin hukuk devleti normlarının da bir gereğidir, insana değer veren yönetim felsefesinin de bir sonucudur.
Ortadoğu’da pervasızlığın, keyfiliğin, hak-hukuk tanımamazlığın bu kadar sıradanlaşması üzüntü vericidir.
İnsani hassasiyetleri bastıran bir siyaset aklının hâkim olması, bunun da çok kaba bir şekilde para üzerinden işlerini yürütmesi ve yaptıklarını perdelemeye çalışması daha vahimdir.
ABD ve kimi körfez ülkeleri ilişkilerinde sıkça vurgulanan bu ‘para endeksli ilişkiler’ bölge halklarını ciddi şekilde rencide etmektedir.
Bölgede kimi ülkeler ‘parası olan düdüğü çalar’, ‘para her kiri temizler’, ‘para her şeyi ve herkesi satın alır’ gibi düşüncelere sahip olabilirler.
Ama bilsinler ki; Türkiye parası olanın düdüğü çalacağı, paranın hakikatleri örteceği bir ülke değildir. Türkiye, insani değerlerin ve insanlık onurunun çiğnenmesine sessiz kalacak bir ülke hiç değildir.