90'lar Türkiye'sinde "siyasi mühendislik" denilen, masa başında tasarlanıp Türkiye siyasetinin gevşek, yani "müsait" unsurlarına dayatılan siyaset anlayışı bugün başını CHP'nin çektiği muhalefet cephesinin ana karakterini oluşturuyor.
Vesayet + siyaset odaklarının 90'larda yaptığı darbe, dayatmalar, toplumsal kıyımlar, soygunlar AK Parti'nin iktidara gelmesiyle son buldu.
Elbette denemeye devam ettiler.
Ama 2007 kırılma noktasıydı. CHP habitatında ve cumhuriyet mitingleri arka fonunda denenen 27 Nisan e-muhtırası Türkiye tarihinde bir ilk olarak -AK Parti tarafından- çıktığı yere aynen iade edilince ve bu aziz millet "nihayet, yeter söz milletindir diyen partiye kavuştuk" deyip Erdoğan'a "dik dur eğilme, bu millet seninle" talimatını verince; asıl darbeyi yiyen darbeciler oldu.
2008'de başörtüsü yasaklarını kaldırdı AK Parti.
Hani bugün Kılıçdaroğlu'nun "evet başörtülüleri üniversitelerden kovaladık" diye itiraf ettiği yasaklar.
Genç kızları kıyafet seçimleri nedeniyle aşağılayıp kovalamak dışında başka şeyler de yaptı CHP.
Kılıçdaroğlu'nun da imzasıyla anayasaya giren kılık kıyafet özgürlüğü hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu mesela.
CHP'nin hiçbir yasal-anayasal dayanağı olmayan, evrensel insan hakları beyannamesine uymayan "başörtülülere eğitim hakkı verilmesin" talebine evet diyemedi Anayasa Mahkemesi.
Ama AK Parti cezasız da bırakılmadı.
Kapatma davası açıldı!
Böylece dünyada hiçbir örneği olmayacak şekilde iktidardaki parti hakkında kapatma davası Türkiye'de açıldı.
Ama sonuç istedikleri gibi olmadı.
Kapatıl-a-mayınca deniz bitti vesayet odakları için.
Eski düzen bozuldu.
Çaresizdiler, gözlerini kararttılar.
2010'da taktik değiştirdi "operasyon merkezi".
Önce bir kaset kumpasıyla CHP'nin genel başkanı değiştirildi.
Sonra girdiği her seçimi oylarını artırarak kazanan Erdoğan'a "diktatör" demeye başladılar.
Arap baharı yaklaşıyordu. Suriye'nin parçalanması, Türkiye'nin güneydoğusunu kapsayan bir PKK devleti projesi masadaydı.
Türkiye'yi karıştıracaklardı.
Sonra olanları Z kuşağı bile biliyor.
Oksimoron olaylar, zor zamanlar...
Küreselcilerin beslediği radikal solcular, liberallerle demokrat görünümlü faşistler, yeraltı mahlukatıyla gösteri dünyasının starları, terör örgütleriyle bir PKK ininde olması gerekirken milletvekili dokunulmazlığı edinmiş vekilimsiler...
Gezi ayaklanması, Taksim işgali.
17-25 Aralık FETÖ kumpasları.
6-8 Ekim Kobani ayaklanması.
PKK hendek terörü ve özerklik ilanları.
PKK, DHKPC, MKLP terörü FETÖ desteğiyle tüm şehirlere yayılan terör.
Her hafta bir şehirde çok ölümlü bombalar, saldırılar...
Ve bu esnada HDP Türkiye partisi, Demirtaş saz çalıp espri üstüne espri patlatan "Türkiye'nin özlediği siyasetçi" diye pazarlanıyor. Tam bir pop star.
Kılıçdaroğlu ve ekibi FETÖ medyasının, bankasının, dershanesinin önünde nöbette.
PKK'ya yardım yataklık yaparken suçüstü yakalanan HDP'liler içinden "hak, hukuk, özgürlük, demokrasi" geçen kelimelerle açıklamalar yapıyor...
Hendeklerin barikatların ardından ateş eden PKK'lılara canlı kalkan oluyor...
2010-2017 arasında denenen saldırı biçimleri de işe yaramayınca metot değiştirdi "Erdoğan karşıtları".
Erdoğan karşıtlığını "bağımsız Türkiye karşıtlığı ve sömürge zihinliler" diye okuyunuz.
Cumhur İttifakının kanatları sayesinde çıktı Türkiye saldırı kıskacından.
Türkiye'nin bağımsızlığına ve Erdoğan'ın liderliğine inanıp güvenenlerle veriliyor bu kutlu mücadeleyi.
Zoru görünce arazi olanlarla değil.
Nitekim;
15 Temmuz'da FETÖ, sonrasında PKK ve bilumum terör örgütleri bu inançla ezildi.
PKK'nın aşağıya süpürülmesi, teslim olmayanların "etkisiz" hale getirilmesi, Kürt Annelerinin evlatları için PKK'ya kafa tutması, FETÖ'nün kökünün ve artıklarının kazınması.
Karabağ zaferi, mavi vatanda korunan milli menfaatler, savunma sanayiinde yaşanan sıçrama, yol köprü tünel baraj havaalanı hastane gibi devletin vatandaşına sunduğu hizmetlerin alt yapısında büyük mesafe kat edilmesi...