Paketi açıklayan Başbakan Erdoğan dahil hepimizin yetersiz bulduğu adımlara bakar mısınız?
Türkçe dışında, başta Kürtçe olmak üzere bütün dillerde özel okullar açılıyor...
Yine Kürtçe ve diğer dillerde propaganda serbest oluyor.
Siyasi partilere devlet yardımı eşiği yüzde 3’e iniyor, eş başkanlık geliyor ve en önemlisi de teşkilatlanmanın önündeki son engeller de kaldırılıyor.
Yılların yasak sembolü başörtüsü kamu hizmetlerinde nihayet özgürleşiyor.
Toplantı ve gösterilerin alanı genişliyor; sokak daha da serbestlik kazanıyor.
Eski şehir, ilçe, köy isimleri iade ediliyor. Mesela, Dersim geri geliyor.
Yaşam tarzı yasayla da teminat altına alınıyor.
Türkiye’nin tartışmasız en temel sorunu olan ve eski Türkiye rejimini yıllarca besleyen ayrımcılık ve nefret suç oluyor.
Hacı Bektaş-ı Veli adı üniversiteye veriliyor.
İlkokullardaki tek tipçi, tek ulusçu ve tek fikirci endoktrinasyonun sembolü olan “andımız” kaldırılıyor.
Mor Gabriel arazisinin manastır vakfına iadesiyle azınlıkların bir sorunu daha çözülüyor.
Roman kültürü enstitüyle ilk kez teminat altına alınıyor.
“Hükümet komiseri” kavramı tarih oluyor.
Çok değil 10 yıl önce yukarıdaki maddelerden sadece birini dile getiren parti; yapamasa bile sadece bunu söylediği için toplumun sempatisini kazanmayı garantiliyordu.
Bugün ise, bizzat paketi açıklayan Başbakan bile bütün bu adımları yetersiz buluyor ve yeni demokratik adımları taahhüt ediyor.
Sadece bu yetinmeme durumu bile paketin açıklandığı 30 Eylül’ün bir devrim olduğunu göstermeye yeter.
Herbiri yıkılmaz tabular, aşılmaz yasaklar olan kanunlar, uygulamalar bir kalemde yerle bir oluyor ve biz ona bakmadan daha fazlasını istiyoruz.
Türkiye’nin 10 yılda gerçekleştirdiği sessiz demokratik devrimin en büyük meyvesi budur. Demokrasi için korkmadan daha fazlasını istemek...
Düşünün... Bu ülkenin insanları iki hafta boyunca işçi-memur zammını, emekli maaşını, çalışma saatlerinin düşürülmesini veya herkese iş vaadi gibi elle tutulur bir programı değil, merakla demokratikleşme paketini beklediler.
Daha önce de sayısız paketler açıklandı ve her biri başka tabuları yıktı ama böylesi ilk kez oluyor. Çünkü, sokaktaki insan, bütçesinin, işinin, ekmeğinin ve geleceğinin gerçek garantisinin demokrasi olduğunu biliyor. Herkesin refahının garantisi herkesin yüzünün gülebilmesinden geçiyor.
Türk de Kürt de mutlu olacak. Alevi de Sünni de birbirine saygı gösterecek. Müslüman da gayrımüslim de birbirine içtenlikle selam verecek. Formül budur ve Pazartesi günü açıklanan paket bu formülü bir seviye daha güçlendiriyor.
Üstelik de bunların hepsi, ilk kez AB’nin tavsiyesi ve uyarısı olmadan, oluyor!
Pazartesi-Salı iklimiDemokratikleşme paketinin açıklandığı 30 Eylül kadar, ertesi gün Meclis’in açılışı da sistemimiz açısından değerliydi.
Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşması; eşinin genel kurula gelerek jest yapması kadar, parlamentonun o jesti benimsemesi; yine çok yakın bir geçmişte olabilecek şeylerden değildi.
O konuşmayı
Gül değil, bütün demokratik adımlara isyan eden bir cumhurbaşkanı da yapabilirdi. Geçmişte olduğu gibi. Şimdi orada
Gül oturuyor diye bize normal gelen şey aslında
“demokratik” Cumhuriyet tarihinde yakalayamadığımız uyumu ifade ediyor.
Reformcu bir başbakan ve o reformların hem geçmişte parçası olan hem de bugün bulunduğu makamda savunucusu bir cumhurbaşkanı.
Muhalefetin daha azında ısrar ettiği bir sistemde bu uyumun altını kalınca çizmek bugün için de yarın için de iyi olur.