Demokratikleşme Paketi, Türkiye’de içeriğinden çok şekliyle tartışılan bir konu oldu. Belki de bunu doğal bulmak gerekir; zira içinde ne olursa olsun demokratikleşmeye katkı sağlayacak en ufacık adımı bile eleştirmek anlamsız, siyasi partilerin neden bu ya da şu demokratik hamle yapılıyor diye soracak halleri yok herhalde. Olsa olsa, yeterince demokratik açılım yapılamadığı eleştirisi yapılabilir; ancak bu sefer de bu tür bir eleştiriyi yapabilecek kaç siyasal parti bulunuyor diye sormak gerekir.
Paketin hazırlanışında geniş katılım sağlanmadığı, farklı kesimlerden görüş alınmadığı eleştirisi, şekil konusunun başında geliyor. Hafızamız bizi yanıltmıyorsa, Türkiye’nin acılı konuları, Kürt sorunu, Alevi sorunu, Roman sorunu gibi bir dizi konuda açılımlar yapılmış, çalıştaylar gerçekleştirilmişti. Ardından yeni anayasa çalışmaları olmuş, sivil toplumun hemen her kesimi görüş bildirmiş, sonra da Meclis’teki her partinin eşit katılımıyla anayasa yapımına oturulmuştu. Anayasa konusu şimdilik umut verici bir noktada olmasa da, herhalde bu süreç boyunca toplumdaki beklentileri saptayabilecek kadar çalışma yapılmıştır. Kısacası, günümüz Türkiye’sinde; bilinmedik istekler yok, her talep belli. Artık adım atılması gerekiyordu, o yapıldı.
Yakın coğrafya
Yapılan eleştirilerin özü, demokratikleşmeye katkı sağlayacak adımlara değil, yapana karşı çıkmak şeklinde. Bu durumun başka ülkeler açısından da kafa karışıklığı yarattığı biliniyor. Ancak yine de demokratikleşme konusunun içeride nasıl bir sıkıntı vesilesi olduğunu yabancı ülkelere anlatmak zor. Zira Türkiye’de az ya da çok, kapsamlı ya da dar, her demokratikleşme adımının en az Türkiye vatandaşları kadar başka ülkeler tarafından da beklendiği hatırlatılmalı. Bunun iki açıdan önemi büyük.
Birincisi, demokratikleşme konusundaki her basamak, Türkiye’nin ‘riskler’ alanından uzaklaşması anlamına geliyor. Türkiye’deki olası istikrarsızlıkların tüm jeopolitik dengeleri alt üst edeceğine, ittifakları etkileyeceğine, hesapları değiştireceğine şüphe yok. İkincisi ise, Türkiye’nin demokratikleşme oranı ile yakın coğrafyasının yeniden yapılanması arasındaki doğrusal ilişki. Bu, Türkiye’nin güvenirliliğini artıran, onu çekim merkezi yapan bir özellik ve aynı oranda da Türkiye’nin başka ülkelerde yeni açılımlar yapabilmesinin teminatı. Bu açılımların çatışma değil yeniden yapılanma süreçlerinde işlevsel olacağını da belirtmek gerekir.
AB süreci
Atılan adımların sadece çevre ülkeler bakımından değil ABD, Rusya, Çin ve AB gibi küresel oyuncular bakımından da önemi büyük. Güç bakımından bu oyuncular Türkiye ile karşılaştırılamazlar belki ama, karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin görece eşit koşullarda yeniden ele alınması demokrasi kalitesi yüksek Türkiye ile daha kolay olur. Türkiye, ortaklarıyla masaya oturduğunda çantası daha dolu bir ülke haline gelir; hatta çağırılmadığı masalar için bile davetler gelebilir.
Türkiye’nin çağrılmadığı en geniş masanın AB olduğuna şüphe bulunmuyor. Söz konusu reformların yapılmaması nedeniyle Türkiye epeydir eleştiriliyordu. Gerçi Türkiye’nin üyeliğini teşvik edecek bir irade bulunmuyor AB’de ama, demokratikleşme yolunda atılan her adımın bu iradeyi oluşturacak zemine hizmet ettiği vurgulanmalı.
AB ile donmuş gibi gözüken ilişkileri canlandırmak için, Türkiye’nin yeni paketi kolunun altına alıp Brüksel’e gitmesi, kendisine yönelik itiraz gerekçelerini çürütmeye çalışması ve tabi bu arada AB tarafından atılabilecek adımlar için ne gibi yeni bahaneler icat edilebileceğini de önceden öğrenmesi gerekiyor.