“Basın desteği olmadan darbe yapılamaz” derler de bir kulaktan girer diğerinden çıkar; ‘darbeci’ kimliğiyle karşımızda yer alanlar hep ‘üniformalı’ kişilerdir çünkü... “Gazeteci darbeci mi olurmuş?” diye sorup etraftan aldığı bön bakışlardan duyduğu mutlulukla ellerini ovuşturanlar çoktur...
İsterseniz bugün biraz arşiv taraması yapalım.
Konuyu kim en iyi bilir, “Evet, gazeteci dediğin kişi de darbelere karışır, darbecinin işini kolaylaştırır” dediğinde sözüne itimat edilmesi gerekenler kimlerdir? İki kişi: Darbeci ve gazeteci... Bu sıfatları taşıyan kişilerin tanıklığına eminim içinizden itiraz eden çıkmaz.
Son ‘modern’ darbe olan 12 Eylül’ün (1980) lideri Kenan Evren’in vaktiyle kendisini darbeye teşvik etmişken sonraları eleştirel tavır takınmış medya mensuplarını sayfalarında sergilediği ‘12 Eylül’den Önce ve Sonra: Ne Demişlerdi, Ne Dediler, Ne Diyorlar’ başlıklı bir kitap kaleme aldığını bilir misiniz?
Önceki darbelerde (27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971) fiilen görev almış ‘darbeci’ subaylardan bir bölümü sonradan anılarını kaleme aldı; hemen her birinde yollarının kesiştiği gazetecilere dair gözaçıcı birkaç not bulunur. Kimi sucuklu yumurta yerlerken üzerinde tartıştıkları kıyıcı eleştirel bir yazıdan nasıl etkilendiklerini, kimi tanıdıkları gazetecilerin, yanlarına kadar gelerek, kulaklarına “Daha ne duruyorsunuz?” diye fısıldadığını yazmıştır.
Ya gazeteci tanıklar? Mesleğin eskilerinden birinin eserleri arasında ‘İhtilâlciler Arasında Bir Gazeteci’ başlıklı bir kitap olduğunu bilmiyor olabilirsiniz. Ya da, aynı darbe (Talat Aydemir’in 1962 kalkışması) girişimi sırasında ülkemizin en büyük gazetesi patronunun işbirlikçi tavrını da işitmemiş olmanız mümkün.
O zaman şunu yazayım da kanaatiniz pekişsin: Gazetesinin 40. yıldönümü vesilesiyle verdiği mülâkatta, dönemin en önemli medya patronu, “Birinci kuvvet Türkiye’de ordu mu? Hayır, basındır; ikincisi ordudur. Çünkü orduyu ihtilâllere basın hazırlar” demişti.
Darbeler ile basın arasındaki iç içe geçmişliği sergileyen birden fazla kaynak var; birini tavsiye edeyim: Dr. Hayati Tek’in ‘Darbeler ve Türk Basını’... Dr. Yusuf Özkır’ın internetten de ulaşılabilenkonuya ilişkin makalesinin hüküm cümlesini okuyun isterseniz: “Medya-asker ilişkisi çift uçlu ve çatallı bir yapıya sahiptir. Bir yanda medya, askeri bürokrasinin hizmetinde gibi görünmekte, diğer taraftansa kendi çıkarları için askerin gücünü kullanmakta, karşılıklı bir dayanışma süreci devam etmektedir.”
Cümlenin devamı daha da ağır: “Böylesi zamanlarda siyasi iktidarlarla olan güç kavgasında ve çıkar mücadelesinde medya, askeri göreve çağırmayı, postal seslerinin sokaklarda duyulabileceği yönündeki algıyı güçlendirecek yayınlar yapmayı bir araç olarak kullanmaktadır.”
“Başkalarının tanıklığına ne hâcet, 28 Şubat (1997) ve 27 Nisan (2007) ‘post-modern’ süreçlerinde gazete manşetlerine tırmanan siyasi iktidarı yıpratma amaçlı yayınları, köşelerde boy veren darbe çığırtkanlığını hepimiz biliyoruz” itirazlarınıza bir şey diyemem.
Gazetecileri hedef gösteren malum andıçta itibarsızlaştırma kampanyasında görev verilecek gazetecilere de atıfta bulunulmuyor muydu?
Bu yazı bazı darbeci kalemlerin “Özür dilesinler” tavsiyesi üzerine yazıldı.