Çocukluk arkadaşıyız.
Öğrenciyken de zaman zaman el ele tutuşurduk. Geçen gün Tokat’ta da yine el ele tutuşurken bulduk birbirimizi. Çünkü çok üzgündük. Kızgındık. Üzgün ve kızgın olduğumuz zamanlarda dünyayı hiçe sayan bir deniz patlardı içimizde ve tüm yaralarımız kanamaya başlardı. İşte öyle olmuştu... CHP grup başkan vekili, mevkidaşı olduğu halde, AK Parti grup başkan vekili Av. Özlem Zengin’e “Ulan bu kadına haddini bildirin” demiş. Olan olmuştu. CHP, aynı CHP idi... Ama karşılarında bu sefer Özlem vardı. Özlem, hepimizin ruhlarını da çağıran bir isyanla tarihe geçen bir konuşma yaptı.
***
Çocukluk arkadaşıyız.
Yaşımız küçüktü ama birbirine inanan bir kaç iyi arkadaşın dünyayı değiştirebileceğine inanırdık. Çok erken yaşlarda büyük yüklere talip olmuştuk. Düşünüyorum da o yaşlarda, buna nasıl cesaret etmiştik, çok akıl alacak gibi değil. Sanırım Allah nasip etti; düz durduk, eğilmedik. Sanki rüyamıza giren birileri, bize cesur olun, korkmayın demişti ve işin daha da garibi hepimiz de bize güç fısıldayan bu aynı rüyayı görmüş gibiydik.
Özlem Zengin ile birlikte, üniversitelerde ve tüm eğitim kademelerinde, 1968’ten beri süren başörtü yasaklarına karşı onurlu bir direncin içinden geçtik. O dönemde sadece öğrenciler değildi yasaklara takılanlar, Doç. Sevgi Kurtulmuş ve Dr. Alev Erkilet de öğretim görevlisi oldukları okullardan atılıyorlardı. Daha sonra milletvekili seçilen Merve Kavakçı da başörtülü olduğu için önce Meclis’ten ardından vatandaşlıktan atılmıştı. 9. Senfoni eşliğinde hallaç pamuğu gibi atıldığımız feci günlerdi. Ve korkunç tınısıyla “bu hanıma haddini bildirin” talimatının eşliğinde, müsamere yapan çocuklar gibi ellerini çırparak kendileri gibi vekil olan bir başka kadını “dışarı… dışarı... dışarı” nidalarıyla kovan kadınlar... Kabus gibi... Haddimiz bildirilmişti, biz kim oluyorduk ki...
Biz bu yaşadıklarımızı ölünceye kadar unutmayacağız. Kalbimizde ağır yaralar var bizim. Ama hayata bağlanmak adına, kalbimizin arka odalarına itelediğimiz bu yaraları, sürekli yüze vurmamaya da özen gösterdik hep. Kendimizi tamir etmeye çalıştık, izler tam silinmedi elbet, ruhlarımız yara bere... Tam düzelemedik aslında. Ama çabuk büyüdük. Bir de baktık 50’lere gelmişiz. Üstümüzden denizler geçmiş...
Geçen gün, Tokat’taki kadınlar, ona destek olmak üzere toplanmışlardı. Salon hınca hınç dolu. Kadınlar elleriyle yazıp hazırladıkları pankartlarla doluşmuşlar. “Yalnız değilsiniz” derlerken, anladık ki, Özlem hepimizin adına konuşmuş.
Tokat’ta; Kadem ve Gaziosmanpaşa Üniversitesi, “zamanı kuran kadınlar” söyleşilerinde beni de İslam annelerini anlatmak üzere çağırmışlardı. Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Aişe, Hz. Hacer’den bu yana, onların çektiği tüm ağır çileleri ve kadın olmaların, anne olmaların getirdiği büyük yazgıyı anımsarken, Türkiye’de yaşadığımız ve yaşımızla akran bir yasaklamayı kaldıran sahih ve sabırlı dirence de selam verdik.
Özlem Zengin’ in anne ve babası da emekli öğretmenler, Nimet ve Salih Zengin çifti Cumhuriyet modernleşmesinin idealist iki prototipi. Rahmetli annemi de çok özlemiş olarak ellerini öptüm. Çok üzüldüğünüzde, çocukluk eviniz en müşfik sıcaklıkla kucaklar ya sizi. Bize de öyle oldu. Zamanı hiç değiştiremeyecek güçsüz ama gerçek, kalbi olan kadınlarla sarmaş dolaş olmak bizi iyileştirdi...
İstanbul Hukuk öğrencisiyken Teklif dergisini çıkartıyorduk. “Özlem’in ismi şayet hasret olsaydı, sadece geçmiş zamanda kalırdı, oysa onun isminde, geniş zamanların anlamı var” demişti arkadaşlarımızdan birisi... Özlem, bir ruhumuz olduğunu bize yeniden hatırlattığın için çok teşekkür ederiz.