"Sayın Başbakan’ım sahibi olduğum medyanın yaptığı haberlerden zaman zaman ben de rahatsızlık duyuyorum. Gazetelerimin ve kanallarımın yöneticileri de buradalar. Basın özgürlüğü diyerek toplumun değerleriyle ters düşen, ülkenin birlik ve beraberliğine zarar verecek haberler yaptıklarında kendilerini çağırıp kızıyorum. Biz rahmetli Özal’la da bu hususta çok görüştük onun zamanında başarmak mümkün olmadı ama bu dönemde yapalım. Medya patronları arkadaşlarım ve yöneticileri de burada benim bir teklifim var.
Yayın yöneticisi arkadaşlar haberin şehvetine kapıldıkları için birkaç gün sonra bu hassasiyeti yine unutuyorlar. Uygun görürseniz medya sahipleri olarak biz belli aralıklarla toplanalım yayınların gidişatını biz bizzat takip edelim. Bu toplantılara ev sahipliği yapabilirim veya başkası ev sahipliği yaparsa ben seve seve de giderim. Hatta uygun gördüğünüz bir ismin başkanlığında toplanalım ne yapılacaksa görüşelim değerlendirelim.”
Bir sınav salonunda olmadığınız gibi şaşkınlıkla okuduğunuz paragraftaki sözlerde a-b-c şıklı bir test sorusu değil elbette.
Ancak, alaycı bir üslupla köşesinden ‘Sayın Başbakan’a dilekçe” mektup yazan Radikal gazetesi yazarı Özgür Mumcu’ya ‘başka medya patronlarının hatta yöneticilerinin de masanın etrafında olduğu toplantıda bu teklifi yapan hangi patrondur sence?’ diye pekala sorulabilir?
Ben söyleyeyim.
Bir zamanlar pijamalarıyla ülkenin Başbakan’ını kapıda karşılayıp evinde ağırlayan, ülkenin Başbakan’ına telefonda emirler verebilen, bir telefonla kabineden kelle alan, holding binasında ‘bakan’ları tehdit edebilen, yine bir zamanlar tekelleştiği medyasıyla kah devleti tehdit eden kah darbecilerin emrine veren servetine servet katan ‘pek yüce!’ kaç medya patronu var ki?
Anlatmaya devam edeyim...
***
O toplantı masasının etrafında “Paşaların bizden -şunu şöyle yapın diye- direk bir şey istemesine gerek yoktu biz zaten hazırdık ve anlıyorduk’ diyen Rahmetli Mehmet Ali Birand’dan Enis Berberoğlu’na herkes oradaydı...
Başbakan’ı dahi şaşkınlığa düşüren bir sessizliği bozan ise Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın “İyi de bu basına sansürdür olmaz böyle şey” sözleri olur.
Ama yine de Aydın Doğan diretip Rahmetli Turgut Özal döneminde bunu konuştuklarını ve ülkenin böylesi hassas bir süreçten geçerken bunun iyi olacağını ve medya yöneticilerinin haber şehvetine kapıldıklarını anlatıyor...
Ne yaman bir çelişki değil mi?
Sonrasını biliyorsunuz zaten.
Anlayacağınız tam bir sit-com yani.
Yazarları basın özgürlüğü tamtamları çalıyor. Patronları hala eski pijamalı günlerinin özlemi içerisinde iki elini birden iktidarının cebine sokmaya çalışıyor.
Başbakanın “medya eleştirilerini” kendisine kalkan yaparak yıllardır sevmediği yazarlardan kurtulmaya çalışıyor.
Oysa kendisi de ve diğer medya patronları da asıl “İşten attırmaların” nasıl olduğunu gayet iyi biliyorlar.
Milliyet gazetesinin yayınladığı ancak arzu edilen ‘amaca ulaşmayan’ BDP’den sızdırılan İmralı görüşme notları üzerine yeniden bir kez daha iktidar ve basına sansür tartışmaları yapılıyor günlerdir.
Hasan Cemal’in yazılarına nasıl ve neden son verildiğinin kara kutusu Milliyet gazetesi yayın yönetmeni Derya Sazak... Patronuyla aralarında nasıl bir görüşme geçtiğini de Hasan Cemal’in yazılarının bitirildiğini de kendisi biliyordur.
Bütün bunları bilmek bizim de hakkımız.
Yoksa artık “Başbakan bizi attırdı, yazılarımıza son verildi” polemiğinden yeterince biz de sıkıldık artık.
Açıkçası bu süreci iyi bilenlerin bir çoğu Yalçın Akdoğan’ın dediği gibi patronlarının ilişkilerini sorgulayacak cesaretleri olmadığından Başbakan üzerinden polemik yapma kolaycılığına kaçıyorlar.
Gelelim Özgür Mumcu’nun alaycı bir üslupla yazdığı “bizim grubu ben denetletemeye talibim” çağrılı Başbakana dilekçesine!
Mumcu dalga geçmiş ancak aylar önce patronu bunu gerçekten talep etti ve başlarına istediği ismi de söyledi.
Mumcu’nun dalga geçerek yazdığı “Türkiye artık küçük bir ülke değildir. Bölgede oyun kurucudur ve dünyanın en ön sıradaki devletlerinden biridir. Başbakan da medyanın ülkesine yakışır bir yapıya sahip olmasını istemektedir” sözleri kabullenmek istemediği gerçeğin bir itirafıdır.
Şimdi...
Sevgili Özgür Mumcu’ya bu yazının ilk paragrafını yeniden okumasını ve dilekçeyi yeniden ve doğru adrese yazmasını tavsiye ederim.
Dilekçeyi yazmak kadar önemli bir husus da doğru muhatap ve doğru adrese gönderilmesidir..
Öyle değil mi pula yazık olmasın!