Şu mübarek Ramazan ayı boyunca dünyanın dört bir yanında yüz milyonlarca müslüman oruç tutuyor. Yazın sıcak ve uzun günlerinde aç ve susuz kalıyor, bedenlerinin en temel arzularını dizginliyorlar.
Peki, böyle yapmakla, “özgürlük”ten yoksun mu kalıyor bu müminler?
Yahut, günde beş defa camiye koşan, uzun teravih namazlarında altmış altı kez secdeye giden dindarlar?
“Özgürlük” nedir bilmedikleri, ondan yoksun oldukları için mi bu denli şevkle kul oluyorlar Allah’a?
Hayır... Ne münasebet... Tüm bu ibadetler, tüm bu sabır ve zahmetler, özgürlüğün hayata geçme biçimleridir. Çünkü Allah rızası oruç tutan her mümin, kendi özgür iradesiyle aç ve susuz kalmaktadır; başına zaptiye dikildiği için değil.
Aynı şekilde, “yan gelip yatmak” yerine camiye giden mümin, bunu kendi seçimiyle yapmaktadır, zorla değil.
Ha, insanları zorla “İslamileştirmeye” kalkan ülkeler vardır; Suudi Arabistan yahut İran gibi. Oralarda elbette özgürlük kısıtlıdır. Ama “ihlas” yani “samimiyet” de kısıtlıdır. Özgürlüğün olmadığı yerde samimiyet pek de olmaz çünkü.
‘Yiyin, için, kudurun’
Peki ben bunları niçin mi vurguluyorum?
Çünkü Türkiye’de “özgürlük” dendiğinde, bunu “bedenin sonsuz ve sınırsız arzu ve isteklerinin herhangi bir engelle karşılaşmaması” olarak yorumlayan muhterem yazarlar var.
Daha doğrusu, “liberalizmin özgürlük anlayışının bu olduğunu” söylüyor ve müminleri liberalizme karşı uyarıyorlar.
Bu söyleme bakarsak, liberalizm, bir tür “yiyin, için, kudurun” ideolojisi. Bedeniniz her ne istiyorsa hemen yapmalısınız. Bütün ahlâki sınırlarınızı aşmalı, bütün günahları işlemelisiniz. Zevklerinizi kısıtlayan, keyfinizi kaçıran her ne varsa, din dahil, hemen tepelemelisiniz.
Yani, bu söyleme göre, liberalizm bir “yaşam biçimi” olmuş oluyor. İçinde bolca içki, cinsellik ve gece hayatı bulunan, buna mukabil camiye, namaza, iftara hiç yer vermeyen bir “yaşam biçimi”.
Oysa, benim bildiğim ve savunduğum liberalizm, bir “siyasi ve ekonomik doktrin”dir. Devletin siyasi ve ekonomik hayata müdahalesinin sınırlarıyla ilgilidir. Bir “yaşam biçimi” önermez. Sadece farklı yaşam biçimlerinin varlığını güvence altına alır.
Örneğin, liberalizm, oruç tutanın da özgürlüğünü savunur, tutmayanın da. Başını örtenin de, örtmeyenin de. Müminin de, ateistin de. Tekkelerdeki dervişlerin de, meyhanelerdeki akşamcıların da.
Bu saydığım tutum ve kimliklerden biri diğerinden daha “liberalce” değildir. Liberalce olmayan, bu tutumların birini yasaklamak veya devlet eliyle kayırmaktır.
Hedonizme giriş
Gerçekte, daha pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da sorunumuz kavram kargaşası.
Liberalizmi “yaşam biçimi” sanarak eleştirenlerin oklarının gerçek hedefi liberalizm değil, “hedonizm” aslında. Yani, “hazcılık”; insan hayatının en büyük amaç ve değerinin “haz almak” olduğu fikri.
Bu fikir, modern Batı’da epey yaygın elbette. Bize de, Hollywood filmleri, reklamlar, tüketimcilik yoluyla gelmiş, epey de yerleşmiş durumda. (Hatta, “sonradan görme” faktörünün etkisiyle, Batı’yı aratabiliyor bazen.)
Dindar fikir önderlerinin “hedonizme”e karşı çıkması ise elbette çok doğal, hatta çok gerekli.
Ama bu karşı çıkmanın doğru yolu, her yaşam biçimi gibi hedonizmi de serbest kılan liberalizme karşı çıkmak değildir. Yani hazları yasaklamaya, bastırmaya çalışmak değildir.
Bunun yerine, söz konusu materyalist ve bencil hazcılığın neden yanlış olduğunu anlatmaktır. Niçin mutluluk değil, aksine tatminsizlik ve hatta buhran kapısı olduğunu göstermektir.
Çarşamba devam edelim, inşallah.