Özgecan’dan kalan fotoğraflara, insanın vicdanına seslenen o güzelim gözlere, kutsal bir ayine tutulmuş gibi saatlerce bakamıyorsanız eğer, çok sürmeyecek unutacaksınız Özgecan’ı.
Tıpkı Münevver Karabulut’u, ve diğerlerini unuttuğunuz gibi..
Sonra bir bakacaksınız ki, ateş bir kez daha sadece düştüğü yeri, yani bir annenin ve babanın yüreğini yakıp gitmiş yine.
Özgecan’ın, Özgecanların hunharca katledildiği bir ülkenin yurttaşı olmak utanç verici..
Bize bu utancı bir defa daha yaşatanlara lanet olsun!
Bizi kendi caniliklerine tanıklık yapmak zorunda bırakanlara Allah en büyük cezayı versin..
Aramızda birer insan suretinde dolaşan ve daha başka Özgecanlar’ı gözünü kırpmadan öldürebilecek bu cani ruhlu kişileri durdurabilecek miyiz?
Çare ne, idam mı, eğitim mi?
Ülkenin şiddet mazisi ve mirasıyla sil baştan yüzleşmek mi?
Nedir acaba çare?
Uzmanlar, kadın örgütleri, insan hakları savunucuları, cinayetler işlendiğinde medyaya akın edecek, ama sonra aynı medya, bu hunharca cinayetin sebeplerini bize anlatsınlar, bir insanı, insanlığından çıkaran bu zalim şiddeti doğuran sebepleri, izah etsinler diye davet ettiği misafirlerini de, bu cinayeti de bir süre sonra unutup gidecek..
Yorumlar, bilgiler, açıklamalar arşivlerde saklanacak, yeni bir cinayet işleninceye kadar..
Daha önce de, çaresizliğimize kahretmiştik, hem de defalarca..
Cinayeti durduramadık, melek yüzlü Özgecan’ı o katilin elinden alamadık diye, suçluluk duyuyoruz şimdi, kahrediyoruz...
İdamı bu kadar çok konuşmamızın bir sebebi de belki bu.
İdam belki vicdanlarımızın rahatlamasına yol açacak diye düşünüyoruz.
Ama hem dünya hem Türkiye, adli yargılama tecrübeleri gösteriyor ki, idamın somut olarak bir caydırıcılığı yok.
Suçun cezasız kalmaması, kamuoyunun vicdanını rahatlatmak bakımından idam belki bir çare, ama idam maalesef yeni cinayetleri durdurmak için çare değil.
O halde ne yapılacak sorusu önemli.
Özgecan’ın katili, her bakımdan sarsıntı geçirmiş, şiddetle her zaman iç içe olmuş bir aileden geliyor.
Annesi bir şiddet kurbanı, eşi de öyle.
Şiddetle iç içe yaşamak, şiddetin egemen olduğu bir ortamda büyümek, elbette bir sebep. Son araştırmalar genetik faktörlerin bile, sınırsız şiddet uygulayanların hareketlerinde önemli bir payı olduğunu ortaya koyuyor.
Sadece ‘Alttakiler’ değil şiddete meyledenler..
Cem Garipoğlu bir alttaki değildi, ama o da, bir insanın vücudunu parçalara ayıracak kadar zalimleşmiş ve bir katile dönüşmüştü.
Özgecan her şey için bir başlangıç olabilir. Unutulmayacak olan bir başlangıç.. Ateşin bir kez daha düştüğü yeri değil hepimizin yüreğini yakması için, unutmamalı ve unutturmamalıyız Özgecan’ı..
Özgecan’ın fotoğrafı, evlerimizin, işyerimizin odalarını, okullarımızın duvarlarını, üniversitelerimizin anfilerini, film/ tiyatro stüdyolarının kulislerini süslemelidir.
Potansiyel katillerden kızlarımızı, kadınlarımızı, çocuklarımızı koruyabilmemiz Özgecan’ın hatırasına sahip çıkmaktan ve bu hatırayı yaşatmaktan geçiyor.
Cinsel doyumsuzluk sonucu işlenmiş bir cinayet değil bu. İçindeki şiddeti durduramayan, bu şiddeti gencecik bir kızın bedenine yönelten bir canilik söz konusu.. Aynı adamlar aynı şiddeti emin olun basit bir park tartışması sırasında da gösterebilir, cinayet işleyebilirlerdi.
1990’lı yıllarda Güneydoğuda görev yapsalar, muhtemelen JİTEM’in infazcısı olur, öldürdükleri insanların kafasını kestikten sonra o kesik kafaya basarak bir hatıra fotoğraf çektirebilirlerdi..
Bütün bunlar oldu bu ülkede.
Sustuk.
Ama artık susmamalıyız.
Özgecan’ın hunharca katledilmesi Türkiye’nin içine hapsettiği, yıllarca inkar ve görmezlikten geldiği ama uygun koşullarda harekete geçen bir şiddet sorunumuzun olduğunu açıkça gösteriyor
İçimizdeki şiddetle yüzleşemedik hiçbir zaman.
Bu yüzleşmeyi daha fazla ertelemeye hakkımız yok artık..