Hangi ülkede olursa olsun, bir devlet başkanının vefat nedeni herkes tarafından merak edilir. Çünkü liderlerin ölümü milyonların hayatını derinden etkiler. Hele hele böylesine göz önünde olan ve doktorların sürekli kontrolünde yaşayan kişilerin ölüm nedenlerinde karanlık noktalar var ise ilk akla gelen cinayettir. Çünkü yeryüzü kurulduğundan beri pek çok lider zehirlenerek veya başka araçlarla öldürülmüştür. Liderlere suikast Doğu’ya özgü bir gelenek olarak bilinse de bu doğru değildir. Dünyanın her ülkesinde lideri öldürmek siyasete en doğrudan müdahale şeklidir. Örneğin ABD’de 4 başkan (Kennedy, McKinley, Garfield ve Lincoln) görevleri esnasında öldürülmüştür. İki Amerikan başkanı (Roosevelt ve Reagan) ise saldırılardan yaralanarak kurtulmuşlardır.
Bizde de durum çok farklı değildir. Pek çok padişah öldürülmüştür. Adnan Menderes ve iki bakanı idam edilmiştir. Atatürk başta olmak üzere hemen hemen tüm önemli liderlere suikast girişiminde bulunulmuştur. Hal böyle olunca Turgut Özal gibi Türkiye Cumhuriyeti tarihini devrimci bir şekilde değiştirmiş ve daha fazla değiştireceği açık olan bir liderin Cumhurbaşkanlığı makamında iken vefatı doğal olarak şüpheleri de beraberinde getirmiştir.
Şüphe hep olacak
Adli Tıp’ın en son raporu ise şüpheleri ortadan kaldırmak bir yana, şüpheleri daha da arttırmıştır. Bunun kabahati büyük ihtimalle Adli Tıp’ta değildir. Rapor vücutta zehir bulunduğunu teyit ediyor, ancak ölüm anında yapılması gereken pek çok tahlil yapılmadığı için kesin kanaat belirtilemiyor. Özal’ın gerçek ölüm nedeni belki de asla bilinemeyecek. Ancak Özal’ın zehirlendiği yönündeki şüpheler aradan yüzlerce yıl geçse de akıllarda hep kalacak.
Bu arada Özal’ın zehirlenmesinin asla söz konusu olamayacağını söyleyen, hatta zehirlenme iddialarını alay ederek karşılayanları anlamakta zorlandığımı da ifade etmeliyim. Özal’ın öldürülmek istendiği kesindir, hem beden olarak hem de fikren. “Bunun için kanıtın var mı” diyenlere 18 Haziran 1988 gününü hatırlatmak isterim. O gün Kartal Demirağ adlı bir şahıs Özal kürsüde iken iki el üzerine ateş açtı. Kurşun, Özal’ın önündeki mikrofonun ayağından sekip sağ el başparmağını yaraladı. Kurşun ile Özal’ın kalbi arasındaki mesafe bir iki karış kadardır. Başka bir deyişle Özal o gün öldürülmek istendi, ancak Demirağ mesafenin de etkisiyle kurbanını elinden kaçırdı.
Özal da, çevresi de biliyordu ki Demirağ kendisine verilen bir talimatı yerine getiriyordu. Kartal Demirağ önce idama mahkûm edildi, ardından cezası 27 Ocak 1989’da 20 yıl hapse çevrildi. 4 yıl hapis yattıktan sonra ise Turgut Özal tarafından 1992 yılında affedildi.
Özal’a başka suikast girişimi oldu mu, detaylarını bilemiyorum. Ancak Özal suikastçılarını çok iyi biliyordu ve ipin ucunun devletin içine doğru gittiğini görebiliyordu. Özal, militarist ve baskıcı bir rejimi demokratik ve liberal bir siyasi-ekonomik yapıya dönüştürüyordu ve söz konusu dönüşüm malum çevreleri rahatsız ediyordu. 1988 suikast girişimi Özal’a sınırlarını gösteriyordu. Özal sınırlarını bilmemeye, yani haddini aşmaya devam etti. Bu nedenle 1993’deki ani vefatı pek çok sevenini olası bir cinayet konusunda kuşkulandırdı.
Özal’ı öldüremediler
Özal öldürüldü mü, öldürülmedi mi kesin bir cevap veremiyorum. Ancak 1993 ve sonrasında fikri anlamda Özal’a karşı cinayetler işlendiği açıktır. 28 Şubat Darbesi’yle sonuçlanan 1990’lı yıllara yakından bakan, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Demirel’i, ANAP’ın başında Yılmaz’ı gören herkes Özal’ın fikren öldürüldüğünü şüpheye yer kalmayacak şekilde anlar.
Ancak Victor Hugo’nun deyişiyle “zamanı gelmiş bir fikrin karşısına dikilme gücüne hiçbir ordu sahip değildir”. Belki birileri Özal’ı öldürmek istemiştir, ancak onun fikirleri 2000’li yıllarda çok daha güçlü bir şekilde tüm Türkiye’yi sarmıştır. Çünkü Özal’ın fikirleri zamanı gelmiş fikirlerdir. Bu vesileyle bugünleri hazırlayan bu büyük insana şükranlarımı sunuyor, Allah’tan rahmet diliyorum.