Son günlerde Özal’ın ölümüyle ilgili iddialar yeniden tartışılmaya başladı ve eşi ile oğlundan şüphe edildiği bile yazıldı. Bir ülkenin liderinin ölümü, bazılarının kaybetmesi ama belki de daha fazla kişinin faydalanması ile sonuçlanır. Burada her olay aynı sonucu yarattığı için bunun kazananlar tarafından yapıldığı iddia edilmemelidir. Doğal bir olayla, bir operasyon aynı sonuçları yaratabilir. Çünkü ölenin ya da ayrılanın boşalttığı bir yer vardır ama orası sürekli boş bırakılamaz.
Rahmetli Özal’ın partisinin başında bulunduğu günlerde, boşalan Cumhurbaşkanlığı makamına seçileceği konusu medyada tartışılıyordu. Bu tartışmalar sırasında bir dergiye verdiğim beyanatta Özal’ın bu makama geleceğini düşünmüyorum dedim. Çünkü onun partinin başından ayrılması, ANAP’ın kimliğini kaybetmesi ve onun temsil ettiği ekonomik davranışın etkisini kaybetmesi anlamına gelecekti. Geleceği umulan politika ülkeyi ekonomik olarak Batı ile bütünleştirecek ama bu sınırlı olacaktı ve bir Avrupa ülkesiyle çok yakın olacaktık. Oysa kendisi ABD ile daha yakın görünüyordu. Ama kendileri Cumhurbaşkanlığına seçildi.
***
Özal’ın vefatı, o makamın boş kalmasına neden oldu. Bu makama uygun birisi seçilecekti. Görünüşte makama çok uygun olmasına rağmen, bu makama pek büyük heves duymayan Demirel cumhurbaşkanlığına geldi. Bu geliş DYP’nin liderinin partisinden ayrılması demekti ve kimin onun yerine geleceği tartışılıyordu. Bilindiği gibi Çiller partinin başına getirildi. Bu durum, partinin var olan siyasetinin devamı anlamına gelmiyordu. Çünkü Demirel’in dış politikası ve ekonomi politikası ile Çiller’inki arasında büyük fark vardı.
1995 seçimlerinde oldukça yüksek sayıda oy almasına rağmen hükümet kurması için bu sayı yeterli olmadı. Erbakan partisi ile hükümeti kurmak üzere görevlendirildi. Bu aşamadan evvel kurulması gereken koalisyon için bilinen iki alternatif vardı. Biri ANAP ile diğeri DYP ile koalisyon kurmasıydı. Bu konudaki bir anımı süreci anlattığı için yazmak istedim. Koalisyonun kurulma sürecinde bir televizyonda bu konuyu tartışıyorduk. Önce Refah ile ANAP’ın koalisyon kurması düşünülürken şimdi onun alternatifi olan Çiller’in Başkanı olduğu DYP ile koalisyon öne çıkıyordu. Televizyondaki tartışmada, bunun yanlış olacağını ve özellikle dış politikada bu iki partinin farklı güçlerle işbirliği içinde olmayı tercih edeceğini ve bu nedenle kurulacak koalisyona dahil olacak partilerin dünya görüşlerine göre dış politikada da uyum içinde bulunmalarının gerekli olduğunu ifade ettim. Mesut Yılmaz yönetimindeki ANAP ile Erbakan’ın partisinin kendi içinde tutarlı bir hükümet oluşturacağını söyledim. Bu sırada Ankara’dan telefonla katılan Refah Partisi’ne mensup bir siyasetçi “Biz yedi düveli yenerek ve bir zafer kazanarak ülkeyi kurduk. Bu koalisyonu da aynı şekilde kuracağız” dedi ve Çiller’le birlikte olmayı tercih ettiklerini söyledi.
Bunlardan şu sonuçları çıkarabiliriz. Özal’ın ölümü önce ANAP’ta önemli değişikliğe neden olmuş ve Demirel’in cumhurbaşkanı olmasına sebep olmuştur. Böylece ülkemizdeki iki merkez sağ parti liderlerini kaybetmiş ve uygulayacakları politikada, özellikle dış politikada önemli değişiklikler olacağını göstermiştir. Bahse konu olayda,dış politikada değişiklikler yapılması için ona suikast yapılıp yapılmadığı şüpheleri de akla gelebiliyor. Özal’ın ölümü ile ilgili gündeme gelen bu tip tartışmalar, bizim siyasi yapımızın bir lidere göre tayin edilmesinin sakıncalarını da ortaya çıkarıyor. Devletlerin politikalarının sadece kişiye bağlı olarak değil kurumsallaştırılarak uygulanmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.