İran Devrimi’nin üzerinden 40 yıl geçti. Devrime yol açan nedenler arasında, Monarşinin kötü yönetimi her zaman ilk sırada yer aldı. Muhafazakar kesim ve solcuların Şah yönetimine karşı birleşmeleri ise 70’lerin sonlarında en fazla tartışılan siyasal konulardan biri olmuştu. Sağcı-solcu ayırımlarının keskinleştiği hemen her yerde, sağcıyla solcunun işbirliği içinde monarşiyi devirmeye kalkması, ideolojik kavga sürdürenler için çok şaşırtıcı bir durumdu.
Devrim sonrasında önce monarşiyi deviren muhafazakarlar, sonra solcuları bertaraf edince, sağ-sol ittifakının sadece muhafazakarların bir taktiği olduğu ileri sürülmüştü. İran söz konusu olduğunda sürecin bu şeklide değerlendirilmesini haklı kılacak durumlardan söz edilmesi mümkün. Ancak İran devrimi, sadece muhafazakarlara ya da solculara bakılarak ifade bulabilecek bir süreç değil. Her yapısal dönüşümde olduğu gibi, İran devrimi de uluslararası güç dengeleriyle yakından ilintili.
Tasarlanmış süreçler
Şah Rıza Pehlevi, Anglosakson dünya ile yakın işbirliği içindeydi. Bu işbirliği, tıpkı Türkiye’nin ABD ilişkilerinin tarihinde olduğu gibi, SSCB’nin güneye inmesine engel olacak ittifak zincirlerinin kurulmasıyla ilgiliydi. Soğuk Savaş yıllarında Balkan İttifakı, NATO, Bağdat Paktı gibi ittifak zincirleri, Batı bloğunun SSCB’nin güneyine kurduğu bir tür Çin Seddi niteliğindeydi.
İttifak zinciri içinde yer alan gelişmekte olan ülkelerin stratejik anlamda adeta tek bir misyonları vardı, o da Sovyetlerin güneye inmesine engel olmaktı.
Şah’ın kötü yönetimi, İran’daki farklı kesimleri dış etkilere açık hale getirmiş; bu etkiler toplumdaki tepkilerin siyasal kimlikler olarak şekillenmesinde bir tür kolaylaştırıcı rol üstlenmişti.
ABD ve müttefikleri, kötü yönetilen İran’ın artık SSCB’yi tutamayacağına, İran’a komünizm geleceğine kanaat getirmişler ve ellerini Şah’tan çekivermişlerdi. Monarşiye karşı ayaklanmanın mimarı Humeyni ise Fransa’da hazırladığı devrim içtihadını İran’da uygulamaya sokmuştu.
1970’lerin sonunda solcu olanların komünizmi çağıracağına, dindarların ise komünist olamayacağına inan bir bakış hakimdi. Bu, Humeyni hareketinin SSCB yayılmasının önünü keseceği öngörüsünü pekiştirmişti.
Tasarlanan süreçler
Devrim sonrası İran, Sovyet etki alanına girmekten kurtarılmıştı belki ama ABD ve İsrail’i de şeytan ilan etmişti. Tam ABD karşıtı politikalar oturtulacakken, rastlantı olsa gerek, Irak ile 10 yıla yayılan bir savaş başladı.
1980’de Türkiye ve hatta Afganistan’da yaşananlar ile İran devrimi bir arada değerlendirildiğinde, ikinci soğuk savaş ya da “yeşil kuşak” projesinin nasıl hayata geçtiğini anlamak zor değil.
Bu noktada ilginç olan ise ABD ile düşmanlık ilişkisine giren İran’ın Avrupa’ya, hiç kızmamış olmasıdır. Avrupa’nın kendisine ABD ve SSCB’den ayrı bir kimlik kazandırmaya çalıştığı bu dönemde, İran Avrupa için fırsat olarak görülmüş, ABD’den boşalan alanın Avrupa tarafından doldurulması tasarlanmıştı.
40 yıl sonra gelinen noktada, İran’ın ABD ve İsrail düşmanlığının sürdüğünü, Rus yayılmasına engel olunamadığını, Avrupa’yı bağımsız güç yapmak isteyen ülkelerle de İran samimiyetinin sürdüğünü görmek mümkün. Bununla birlikte, İran’ın Avrupa samimiyetinin önüne ABD engeli geldiğini de hatırlatmak gerek. Ambargolar sadece İran’ı değil, onunla iş yapan Avrupalıları da cezalandırıyor. Görünen o ki, ABD Avrupa’nın yeniden rol kapmasını istemiyor; ama oyun hala iyi olmadığına göre bu sefer de Rusya ve Çin’in rol çalmasına kapı açmış oluyor.