Ortadoğu’da ve sınırlarımızda son dönemde birden fazla katmanda, birbiri ile bağlantılı çok sayıda plan iç içe geçmiş durumda. Büyük resme baktığınızda ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etme çabası var. Obama, yöntemleri farklı olsa da Bush’un Ortadoğu hedeflerini aynen sürdürüyor. Bush Yönetimi liderlerin, rejimlerin ve sınırların değişeceğini söylemişti. Obama da farklı düşünmüyor. Ona göre de Ortadoğu’da pek çok rejim ve lider miadını doldurmuş durumda. Obama’nın farkı yükü Amerikan ekonomisine değil, bölge halklarının sırtına yüklemesinde.
Başkan Obama doğrudan çatışmalara girmek yerine olayları kolaylaştırıyor. Arap Baharı da bu bağlamda değerlendirilebilir. Normal şartlar altında Arapların belki 30-40 yıl önce ayaklanması gerekirdi. O zaman da bugünkü gibi rezil yönetimleri, berbat gelir dağılımları ve yeterince zalim idareleri mevcuttu. O günlerde dünya dengeleri buna müsaade etmedi. Ayrıca Obama’ya kadar Amerika yıkılacak rejimlerin yerine neyin geleceğinden emin olamadı. Tunus’ta başlayan olaylar ise ABD’ye bölge rejimlerini kontrollü olarak ve başkasının parası ve canıyla değiştirme fırsatını verdi.
ABD’nin değişimde ikinci hedefi ise İran’ı etkisiz hale getirmek (yok etmek değil). Bunun için İran’ın füzelerini etkisiz kılacak önlemler alındı, alınmaya devam ediliyor. Şu sıralar ABD ve Körfez ülkeleri İran’a karşı füze sistemi üzerinde çalışıyorlar. İran’ı etkisiz kılmada ikinci önemli adım ise Suriye ve Hizbullah gibi ortaklarını etkisizleştirmek. Hamas-İran bağlantısı çoktan koparıldı bile. Suriye’deki çatışmalar bu anlamda İran’a çok ağır bir darbe olacaktır. Ve elbette İran’da rejimi değiştirecek bir İran Baharı Tahran’a vurulacak en son darbe olacaktır. Ancak o zamana kadar ABD İran’ı ötekileştirmeye, hatta şeytanlaştırmaya devam ediyor. Çünkü bu sayede tüm Ortadoğu’da dostlar edinebiliyor, politikalarını uygulayabiliyor.
Rusya ise bu gidişattan rahatsız. Tüm bölgenin ABD’nin kontrolüne geçmesi, İran’da da rejimin düşme ihtimali Rusları kaygılandırıyor. Çünkü bu sayede ABD Ortadoğu’da, Kafkaslar’da ve Orta Asya’da Rusya aleyhine daha etkili olabilecek. O tarihten sonra ise kurulan füze sistemlerinin hedefinde belki de Rusya olacak.
***
Bölgesel düzlemde ise herkes kendisini bu büyük oyuna göre konumlandırmaya çalışıyor. İsrail daha küçük bir İran, Suriye ve Irak’ın (hatta daha küçük bir Türkiye’nin) hayalini kuruyor. Mümkünse bu çatışmalardan en az bir tane bağımsız ve İsrail yanlısı Kürdistan’ın çıkmasını arzu ediyor. Parçalanan Suriye ve Irak’ta ise mümkünse İsrail’le iyi geçinecek, değilse olabildiğince zayıf rejimler istiyor.
İran’sa saldırılara direniyor, Arap Baharı Tahran’a ulaşmasın diye ateşi olabildiğince uzakta tutmaya çalışıyor. Bu süreçte en ağır bedeli ise Türkiye’ye ödettiriyor. Çünkü Tahran’da ‘bahar’ başlarsa Kürt, Türkmen ve Azeri boyutları olacaktır ve bu durumda Türkiye İran’ı zorlayacak en önemli aktör haline gelecektir. Bu nedenle İran, PKK’yı Türkiye’nin üzerine salıyor. Çünkü biliyor ki Türkiye’ye karşı terörü desteklemenin hiçbir bedeli yoktur. Bu gerçek geçmişte defalarca test edilmiştir, Türkiye terörü destekleyen ülkelere bedel ödetebilen bir ülke değildir.
***
Bunun bir alt kademesinde ise PKK, Barzani ve PYD gibi aktörler büyük oyundan çıkar devşirmeye çalışıyorlar. Yani bir tür fırsatçılık yapıyorlar. Fakat oyun öylesine sert ve öylesine büyük aktörlerle oynanıyor ki küçük aktörlerin fırsatçılıkları onlar için her an yok edici sonuçlar doğurabilir.
Türkiye açısından tablonun bir diğer katmanı ise Ankara’da. Son yıllarda ağır darbeler yiyen çeteci hücreler Türkiye’nin siyasi gidişatını değiştirebilmek için yaşananlardan medet umuyor. Kürtçü-Türkçü gerilimi, Alevi-Sünni kutuplaşması faydalanmayı düşündükleri en mümbit alanlar. Bunun için hem PKK gibi aktörlerle işbirliği yapabilirler, hem de İran ve İsrail gibi bölgesel aktörlere veya ABD gibi küresel aktörlere taşeronluk görevini üstlenebilirler. Anlayacağınız oyun içinde oyun, matruşka altında matruşka var...