Perşembe günü BM Genel Kurulu Filistin’i üyelik statüsünü yükselterek gözlemci devlet haline getirdi. 138 ülke lehte, 9 ülke aleyhte, 41 ülke de çekimser oy kullandı. 5 ülke de oylamaya bildiğiniz gibi katılmadı.
Eğer bu oylama Filistin’in tam üyeliği için de yapılmış olsaydı sonuç değişmezdi. Filistin yaklaşık bu kadar oy alırdı. Belki çekimserlerden bazıları aleyhte oy kullanırdı. Ama çoğunluk yine de elde edilirdi. Ancak Filistin tam üyelik için gerekli olan Güvenlik Konseyi onayı yüzünden üye olamazdı.
***
Şimdi Filistin Birleşmiş Milletler’in gözlemci üye devleti ve devletlerin yararlandığı bir takım haklardan yararlanma imkânına sahip. Bunların başında da Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne üye olma olasılığı geliyor. Filistin UCM’ye üye olabilirse İsrail’i hukuken sıkıştırması mümkün olacağa benziyor.
Bu sayede Filistin yönetimi Cenevre Sözleşmeleri’nden hareketle işgal altında tuttuğu topraklarda işlediği suçlardan yargılanması talebiyle İsrail liderlerini zorlayabilir, Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin hukuk dışı olduğunu dünyaya gösterebilir. Hepsinden önemlisi de 1967 sınırlarına dayalı bir çözümü kabul etmek istemeyen İsrail’i bir kez daha düşünmeye sevk edebilir.
Ama bunlar sadece birer olasılıktır. Çünkü suçun üstünde işlendiği toprak esası Filistin devletinin sınırlarının henüz belirlenmemiş olması yüzünden büyük bir olasılıkla UCM tarafından tartışmalı kabul edilecektir.
UCM’yi kuran Roma Statüsü’ne taraf olmayan İsrail’in liderlik kadrosu da gerek insanlığa karşı işledikleri suçlar, gerekse Cenevre Sözleşmeleri kapsamında sadece BM Güvenlik Konseyi kararıyla yargılanabilecektir. Dünyanın gerçekleri ve Amerika’nın hassasiyetleri göz önüne alındığında da böyle bir şeyin gerçekleşmesi imkânsıza yakındır.
Buna rağmen çekimser oy veren, gözlemci devlet statüsünü reddeden bazı ülkelerin gerekçesi UCM’nin yargı yetkisine dayandırılmış, kimileri Filistin yönetiminden UCM’ye gitmeme garantisi dahi istemiştir. Bu, tam anlamıyla bir skandaldır ve İsrail’in en azından savaş suçu işlediğinin tescilidir.
Filistin Yönetimi’nden böylesi bir talepte bulunulması, çekimser oy vermenin İngiltere örneğinde olduğu gibi muhtemel UCM üyeliğine dayandırılması, eğer Mahkeme’nin taraflı olduğuna, adil yargı yapamadığına dair bir inancı yansıtmıyorsa, o zaman İsrail’in suç işlediğinin bilindiğini göstermektedir.
Eğer UCM gerekçesini ortaya atan ülkeler mahkemenin adaleti konusunda şüpheleri yüzünden böyle bir savı öne sürdülerse, o zaman da neden Güvenlik Konseyi kararıyla Darfur ve Libya’da UCM’nin görevlendirildiği sorusunu sorma hakkımız doğar. Yok, eğer sorun İsrail’se o zaman da neden böylesi ağır suçlara karşı bile bile sessiz kalındığını bu ülkeleri yönetenlere sorabiliriz.
Ayrıca BM’ye üyelik statüsünün yükseltilmesiyle barış sürecinin akamete uğrayacağını söyleyenlere de hangi barış sürecinden bahsettiklerini sormamız gerekmez mi? İsrail’in mümkün olduğu takdirde hukuken zorlanması neden barış çabalarına zarar verir doğrusu ben bunu da anlamakta güçlük çekiyorum. Barış istemeyen, önerilen tüm planlara kulp takan İsrail değil mi?
***
Diyebilirsiniz ki İsrail çok sıkışırsa saldırganlaşır, yargısız infazlara kalkışabilir, Batı Şeria’yı da Gazze gibi bombalayabilir. Haklı olabilirsiniz. İsrail bu zamana kadar hukuk dışı pek çok şeyi yapmaya muktedir olduğunu dünyaya göstermiştir. Ama burada suçlanması gereken Filistin ya da onun gözlemci devletliğini tanıyan 138 ülke değil İsrail’dir.
Eğer Amerika barış sürecini gerçekten canlandırmak istiyorsa, İsrail’i dengelemeye ve dizginlemeye çalışmalı, onu masaya oturtmak için ikna etmelidir. Filistin’in BM’deki yeni statüsü buna imkân tanımaktadır. Türkiye de Filistin sorununun çözümünde rol oynayacaksa, özür ve tazminatı alıp, Gazze ambargosunun hafiflediğini göz önünde bulundurarak İsrail ile barışmalıdır.